Güneş, gölgesini boşluğa düşürürdü belki…
Ama o, güneşti…
Boşluklar, tamamlanmayı arzu etmez miydi ki…
Ancak hareket, gerek’di…
Ve ateş…
Dokunmak isterdi belki…
Bir ağaca, yağmura…
Belki de bir kağıda…
Dökmek isterdi belki o da içini…
Ancak su, her şeydi…
Öyleydi işte…
İstemek yetmezdi…
Döndüm gönlüme, ve dedim ki; isteme, bekleme…!
Yalnızca, sev…
Güneş, gölgesini iz bırakmak için istemez; gölgeler, iz bırakmaz da…
Boşluklar, tamamlanır ama; boşluklar dolunca, kalmaz da…
Ve ateş, dokunur; ama yakar da…
Dokunmaz, ama yanar da…
Vâr olmak her dem acıdır gönlüm.
İçin için yanacağız. Ağlayacağız da…
Yanın, yanından uzak kaldıkça, her dem yanacağız…
İstemek, aklında ve gönlünde olanın, bir fırçayla bir tuvale, bir kalemle bir sayfaya bir iz düşürülmeden bile vâr olmasıysa şayet; neden güneşi yakın edip, dokunulamayanı ateşe vererek, vâr olanı boşlukta bırakırsın…
Gel, otur yanıma. Yaslan hüznün sükût yamacına. Beraber bir duâya sarılalım. Başka da neyimiz var ki, sevmekten, hâyâl etmekten başka…