“O mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.” der Hayali.
İçinde bulunduğumuz yüzyıl uçurumdan aşağıya yuvarlanan tekerlek gibi. Yaşamamız gereken asıl hayat bir zaman perdesinin arkasına gizlenmiş de bu hızlıca akıp giden hayat bize ait değil sanki. Günler ne tadına kandırıyor ne de aldığımız nefese haksızlık edecek hâlimiz var. Hâlliceyiz… Yaşamadığımız hayatları uzaktan izleyip günleri deviriyoruz. Zamanımız o kadar hızlı akıyor ki ne akrep yelkovana yetişebiliyor ne de akşamlar sabaha. Bu kovalamaca içinde uyandığımız günler birbirinin aynısı gibi. Eminiz bundan değil mi? Aynı günler akıp gidiyor. “Nasılsın” diye sorulduğunda örnek, “nasıl olsun aynı” diyoruz birbirimize.
Oysa hızla yitip giden bir şeyler var. Kaybediyoruz ve kaybettiğimizi geçmiş mütevazı günlerden bir gün karşımıza dikiliverince hatırlıyoruz. Bir kış sabahı kar görünce çocukluğumuzdaki gibi ya da bir yemek kokusu ‘annemizin elinin değdiği’ ya da derin anlamlı özlü bir söz okuduğumuzda yukarıdaki gibi işte o zaman anlıyoruz ki bir şeyler değişmiş, biz değişmişiz ve kaybolmuş bazı şeyler.
Fakat nedendir bilinmez takatimiz yok iyileşmeye. Hızla akan hayatımızı seyrediyor öylece bakakalıyoruz. Dimağımız kurumuş susuzluktan, kalkıp bir yudum su alamıyoruz. Deryada balığız deryadan haberimiz yok. Susuzluktan kuruyor ölüyoruz.
Sahi, ne zaman oldu bütün bunlar?
“Benim hayatım istediğim gibi yaşarım” sözü hepimizin ağzında. Bunu söyleyen bile kendi hayatını yaşamıyor. Büyük binaların içinde zincirlere vurulduk üstelik 7’den 77’ye…
Oysa Kâinat okyanusunda aşkla dönen pervaneler biz değil miydik? Hz. Mevlana, Yunus bu topraklardan çıkmadı mı? Kendini arayan Âdemoğlu ile Havva kızı ne zaman aramayı, düşünmeyi en çok ta sormayı bıraktı?
Yağan yağmura şükreden çiftçiye, giden sevgiliye incitmeden sitem eden aşığa, gülün üstünde sabırla öten bülbüle, sazlıklardan havalanan ördeklere, bir kuru kamıştan aşka gelmiş Ney’e ne oldu? Nereye gittiler?
Bence bir yere gitmediler duruyorlar hala fakat eskiler deryayı unuttular yeniler ise deryaya nasıl bakacaklarının sırrını bulamıyorlar.
Çiçeğe durmuş bahar dalları gibi gençleri hayal ediyorum; dönüp kendilerine, içlerine bakabilseler aynada bir sabah ve varlığın sırrını aramaya çalışsalar her şey düzeliverecek sanki.
Ben bu satırları yazabildiğime göre hala umudum var. Ve bu deryada gönüllü vazifeler yüklemeyi kabul etmişim kendime. Peki siz? Sizde durumlar nasıl?