Simitçi

“Camii duvarına yasladığı simit tablasının yanına çöken simitçi de artık gözyaşlarını tutamıyordu. Havanın iyice soğumasını bile hissetmiyorlardı.”

 

Simitleri tablasına yerleştirdi. “Bismillah” diyerek yola koyuldu. Her sabah yaptığı gibi sahildeki restorasyon halindeki bir zamanlar evi olan köşkün önüne geldi. Simit tablasını köşkün karşısındaki meşe ağacının altına koyarak köşkü izlemeye başladı. Kurulan inşaat iskelesi arkasında güzelim köşk, sanki trafik kazası geçiren alçılı biri gibiydi. Yüreği inceden sızladı. Acı bir tebessüm ile gülümsedi. Derin bir iç çekerek gözlerini tekrar köşke çevirdi. Her sabah olduğu gibi aynı hayallere daldı. Ekmek kızartması kokusu ile uyandığı sabahlar içini sızlattı. Neşeli şarkılar mırıldanarak odaya giren eşinin sesi hâlâ kulaklarındaydı. Eşinin perdeleri açıp, tatlı buselerle uyandırmaları sanki dün gibiydi.

Begonyalarla süslü balkonda, bahçe duvarını saran hanımeli kokuları eşliğiyle, karşı İstanbul manzaralı, deniz kokusu ve martı sesleri altında eşiyle yaptığı o doyumsuz kahvaltılar içine kor ateş gibi düştü. Ne güzel günlerdi. Sonrasında içilen kahveler eşliğindeki kahkaha dolu sohbetler…

Akşamları yakamoz yakaladıkları zamanlardaki sevinçlerini, denizin bazen sakin bazen dalgalı hallerini hatırladı. Işıl ışıl karşı İstanbul manzarasını ve Kız Kulesi’ni izlemenin doyumsuzluğunu tekrar yaşar gibiydi. Hayat arkadaşıyla geç saatlere kadar sohbet ederlerdi. Zaman mefhumu olmazdı. Bazı günler eşinin başı omzunda uzun uzun susarlardı. İkisinin de yüzünde huzurlu birer gülümseme olurdu.

Birbirlerine kızdıkları ya da kırıldıkları zamanlarda ise, eşi orta kattaki mutfak balkonundan, kendisi ise alt kattaki çalışma odasının camının önünden boğaza doğru bakarlardı. İkisi de birbirlerinin aynı yere baktığını bilirlerdi.

Tekrar acıyla bakışlarını köşke çevirdi. İçinden yine “trafik kazası geçirmiş gibi…” diye mırıldandı. Trafik kazası geçiren sadece köşk değildi. Hayatı da kazazedeydi. İflas ederek sadece mal varlığını değil, hayatındaki her şeyini kaybetmişti. Önce işini, parasını; her gün ziyaret ettiği en güzel yıllarını geçirdiği bu köşkü; sonra dost sandıklarını ve ailesini kaybetmişti. En acısı da hayat kaynağı olan eşi de onu terk etmişti.

Artık elinde bolca şükür ettiği sağlığı ve şu simit tablasından başka bir şeyi yoktu.

Yavaşça simit tablasını omzuna yerleştirdi. Çift yönlü trafiğin aktığı caddeden karşıya, deniz kenarına geçti. Tekrar dönüp köşke bakmak istedi. Bu kez yapamadı. Dönüp bakamadı. Adımlarını daha da sıklaştırdı.

“Simitçi… Simitçiiii…. Taze taze, çıtır çıtır simitler. Simitçiii. Taze simitlerim var.” diyerek sahil boyunca ilerlemeye başladı. Üsküdar vapur iskelesi ile Salacak arasında ikindiye kadar kaç kez gidip döndüğünü kendisi de bilmiyordu. Arada Kız Kulesi’nin karşısında durup boğaza bakıyor, tekrar tablasını omuzlayıp yoluna devam ediyordu. Henüz hiç simit bile satamamıştı. İlerleyerek Kuşkonmaz Camii önünden geçerken boğaza bakan adamı gördü. Uzun zamandır burada gibiydi. Ama şimdiye kadar fark etmemişti. Adamın bakışları sabitti. Karşı İstanbul tüm haşmetiyle karşısındaydı oysaki.  Yaklaşıp,  “Simit ister misin Beybaba? Taze, çıtır simitler bunlar” diyerek bir simit uzattı.

Adam, yüzünü çevirmeden kafasını iki yana salladı. “Hayret” diye dudağını büzen simitçi yoluna devam etti. Tekrar bağırarak simitlerini satmaya çalışarak Kız Kulesi önlerine kadar gelmişti. ‘’ Bu gün işler biraz durgun, bu saat oldu hâlâ bir simit satamadım’’  diye içinden geçirerek tekrar geri döndü.

“Taze taze, çıtır çıtır simiiiiitçiii” diye yürümeye devam etti.

Camii önüne geldiğinde adamı aynı yerde, aynı şekilde görünce biraz şaşırdı. Hava soğuktu. Tekrar bir simit uzatarak “Taze, çıtır çıtır simit ister misin?” diye sordu. Adam yine bakışlarını değiştirmeden kafasını iki tarafa salladı.

Simitçi, biraz ileride annesinin elini çekiştirerek simitçiye doğru gelmeye çalışan küçük kızı görünce onlara doğru ilerledi.

“Anne simit. Simit istiyorum anne. Lütfen simit alalım.”

Simitçi adamı unutmuştu bile. Anne kıza iki simit satmanın ferahlığıyla yoluna devam etti.

Aralık başı olmasına rağmen hava ılıktı. Yürürken soğuğu hissetmiyordu. Ama yorgunluk bastırmaya başlamıştı. ‘’Sıcak bir çay iyi gelir’’ diye düşünerek cami yanındaki çay bahçesine doğru yöneldi.

“Taze simitler… Simiiiiitçiiii” diye bağırarak yürüyordu.

Cami önüne gelince adamı yine aynı şekilde buldu. Elleri ceplerinde, bakışları sabit denize bakıyordu adam.  Uzun zamandır buradaydı. “Kim bilir ne derdi var?” diye düşünerek çay bahçesine girdi. İki çay alarak tepsiye koydu ve caminin yanına geldi. Simit tablasını caminin duvarına yaslarken çayların yanına da iki simit koydu.  Adamın yanına yaklaşarak;

“Çay ister misiniz? Buyurun lütfen. Üşümüşsünüzdür. Simitte var. Bana eşlik eder misiniz?” diyerek tepsiyle çayı adama uzattı. Simitçiye doğru hafifçe kafasını çeviren adam, simitçinin samimi gülümsemesine dudağının yanına doğru süzülen acı bir gülümseme ile karşılık verdi.

Sessizce uzatılan çayı alarak, simitçinin gösterdiği camii önündeki banka doğru yürüdüler. Bankın ucuna ilişen adam, buz gibi olmuş parmaklarını zorla hareket ettirerek ince belli cam bardaktan bir yudum çay içti. O an sıcak çayın, buz gibi olmuş bedeninde, alev alev yanan içine doğru akışını tüm benliğinde hisseden adam bardağını tabağına bırakırken, ayaklarına diktiği bakışlarını kaldırmadan simitçiye;

“Sağ olasın… Esen ol” dedi.

Simitçi adamın bu haline çok üzülmüştü.

“Beybaba, neyin var?  Derdin nedir? Derdini paylaşmak istersen belki elimden bir şey gelmez ama bu garip sonuna kadar dinler. Sonuna kadar dinler ve seninle ağlar.”

Simitçinin bu samimi hali adamı biraz rahatlatmıştı. Çayından bir yudum daha aldıktan sonra bardağı banka bırakarak tekrar deniz kenarına gitti. Elleri ceplerinde aynı yerde aynı noktaya bakmaya başlamıştı.

Yanına gelen simitçinin samimi hali adama güven verince içindekileri simitçiye anlatmaya başladı.

“Bir sene önceydi. Tam da bu gün… Kanser tedavisi gören eşim Hülya’yı İstanbul’a getirmiştim. İstanbul’u, Üsküdar’ı ve özellikle Kuşkonmaz Camii’ni çok merak ediyordu.”

Simitçi istemsizce arkaya Kuşkonmaz Camii’ne bakarken simit tablasını da kontrol etti.

“Uzun süren tedavi süreci bitince, ikimize de moral olsun diye buraya gelmeye karar verdik. Keyifliydi yolculuğumuz. Hastalığı sırasında çektiği tüm acılarını unutmuş gibiydi. Eşimin yüzünü güldürmenin mutluluğunu yaşıyordum.”

Arkasını dönüp caddenin karşısında sıralanan otobüs duraklarını işaret ederek;

“Şurada indik otobüsten. Kuşkonmaz Camii ve deniz bize gülümser gibiydi. Rüyamız gerçekleşmişti. Eşim çok heyecanlıydı. Dili tutulmuş gibiydi. Konuşamıyordu. Gözlerinin içi parlıyordu.  Bir an nasıl olduğunu anlayamadım. Hızla caddeye doğru atıldı. Yoldan hızla geçen bir motor… devam edemedi konuşmasına. Gözyaşlarını tutamıyordu. Tekrar denize çevirdi bakışlarını. Titrek bir sesle kesik kesik anlatmaya devam etti.

“O ana dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece eşimin caddenin ortasındaki hali gözlerimin önünden gitmiyor. Kendimi kaybetmişim.”

Simitçinin de dinlerken boğazı düğüm düğüm olmuştu. Kekeleyerek “E e ş iniz?” diyebildi.

Adam gözlerini kıpırdatmıyordu sanki. Kısık, kesik bir sesle “Kaybettim Onu…” diyebildi.

İkisi de sustular. Ne kadar sürdü bu sessizlik ikisi de bilmiyordu.

Adamın elleri ceplerinde, deniz kenarında gözlerini boğazdan ayırmadan anlatmaya devam etti.

“Bugün… Bugün… Yıldönümü..!” diyebildi ve sustu.

Camii duvarına yasladığı simit tablasının yanına çöken simitçi de artık gözyaşlarını tutamıyordu. Havanın iyice soğumasını bile hissetmiyorlardı. Denizin hırçınlaşan sesi ve eşlik eden birkaç martı feveranları duyuluyordu sadece.

Camiye doğru gelen bir öğrenci topluluğu sessizliği bozdu. Kocaman bir hüznün içine doğru gülüşmelerle şakalaşmalarla ilerliyorlardı.

Adam simitçiye yaklaşarak bir miktar parayı simit tablasına bıraktı.

“Simitleri çocuklara eşim için dağıtın lütfen.” dedi ve yine elleri ceplerinde uzaklaşmaya başladı.

Simitçi çocuklara simitleri dağıtırken çocukların artan neşeleri, heyecanla bağrışmaları “Simit, simit, ben de, ben de istiyorum, simit istiyorum” seslerine denizin sesi de eşlik ediyordu.

Adam uzaklaştıkça hüznü artmaya başlamıştı. Sanki orada iken eşinin yanındaymış gibi hissetmişti kendini. Hızla geri döndü. Camiinin önüne sahile geldi. Çocuklar gitmişti, simitçi de gitmişti. Adam tekrar aynı yerde üşüyen elleri ceplerinde, yüzünde hüzünlü bir gülümseme ile tekrar denizi izlemeye başladı. Sanki eşi oradaydı.  Onu izler gibiydi. Tam arkasındaki camii bahçesini çevreleyen demirlerin arkasından ona bakıyordu.  Beyaz ışıklı demirlerdi sanki. Dönüp bakmak, koşup yanına gitmek istedi bir an. Fakat bakarsa hepsi bir rüya olup bitecekmiş gibi hissetti.

Geri dönmedi. Eşinin orada ona baktığını hissederek denizi seyretmeye devam etti.

 

02.08.2020 – Şehri KARABUĞA