Sevginin İzinde

“Bir kez Gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil”

Günümüzde gittikçe değeri yitirilen, fakat aslında bir o kadar da gereksinim duyulan değerlerden biridir hoşgörü anlayışı. Herkesin kendi benliğinin derdine düştüğü ve bir diğerine üstünlük kurmak için çabaladığı çağımızda, muhatabının dili, dini, rengi ne olursa olsun sevgiyle kucaklayabilecek ve hoşgörü anlayışı ile gönülleri kuşatabilecek pek az insanın omuzlarındadır dünya. Oysa insan fıtratı gereği kalbinde sevgi, saygı, hoşgörü, merhamet olmadan gerçek huzura erişemez. Böyle bireylerin yetiştiği toplumlarda da mutluluk ve huzurlu bir yaşam beklenemez. Zira bu değerler insanları birbirine bağlayan, onları bir arada tutan yapı taşlarıdır.

Hoşgörü güzel ahlakı oluşturan en temel unsurlardan biridir. Karşısındaki insanın duygu, düşünce ve fikirlerini benimsemesen bile saygı duyarak onun varlığını kabul etmek ve her şeyden önce karşındaki insanın bir “insan” olduğunu, kendine ait düşüncelerinin varlığını unutmamak, toplum içinde insanların birbirini kabullenmesini ve uzlaşma yoluna gitmesini sağlar. Böyle toplumların da birlik ve beraberlik içerisinde, ülkelerini hep bir adım ileriye taşımaları ve geliştirmeleri en tabii harekettir.

Medeniyetimiz tarih boyunca buna örnek olmuş, benimsediği hoşgörü anlayışı ile farklı toplulukların bir arada huzurlu bir şekilde yaşam sürmesini sağlamış ve dünyada hoşgörü anlayışının en büyük timsallerinden biri olmuştur. Asırlarca sürdürülen bu anlayış ile yeni toprakları fethetmekle birlikte insanların gönüllerini de fethedebilmiş, bilim teknik sanat ve diğer alanlarda bu sayede büyük gelişmeler göstermişlerdir. Türk İslam medeniyetinde hoşgörünün sembolü olmuş bazı şahsiyetler vardır ki, onlar Anadolu ve Balkanların dört bir yanında sevgi çiçekleri yeşerterek insanların birlikte barış içinde yaşamalarına vesile olmuşlardır.

“Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım.
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.”

Diyerek kavgaların öfkelerin ötesinde tek çıkar yolun barışmak olduğunu ve kalplerimizi sevgiyle ısıttığımız sürece bu barışın bozulamayacağını, en güzel şekilde özetlemiştir Yunus Emre. Türk İslam medeniyetinde hoşgörünün, sevginin ve saygının en büyük timsallerinden biri olan Yunus Emre hayatı boyunca, dünyaya geliş amacımızın birbirimizi, yaşadığımız hayatı, dolayısıyla yaratıcıyı sevmek olduğunu ve herkesin birbirine karşı hoşgörülü davrandığı takdirde bu sevginin paylaşarak çoğalacağını dile getirmiştir.

“Bir ben vardır bende, benden içeri.” sözleriyle kendi benliğinin ötesinde Allah’a kulluk göreviyle hareket etmiş, böylelikle gönlünü Hakk’ın evi olarak tanımlamış bu yüzden gönlüne, kinden nefretten hasetten öte sevgi saygı ve hoşgörü tohumları ekmiştir Yunus Emre. Bir buğday istemek için çıktığı bu yol Yunus’un gönlünde nice başaklar yeşertmiştir.

Yunus Emre gibi tüm insanları kusurlarıyla kabul edebilen, fikirlerine saygı duyabilen, kalplerde sevgi çiçekleri açtırmayı gaye edinen birisi tam da bu dönemde en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden birisidir. Gittikçe bozulan ahlak kuralları içerisinde belki de en çok zedelenen değerlerden biridir hoşgörü anlayışı. Kusurları yüzünden dışlanan, hataları yüzünden hor görülen, hatta fikirleri yüzünden öldürülen insanların var olduğu, adaletsizliğin kol gezdiği dünyada bırakın hoş görülmeyi, yaşam hakkı elinden alınan küçücük çocuklar varken gayet tabiidir ki, kimse hoşgörünün olmadığı bir dünyada huzurun olduğunu söyleyemez. Karşımızdaki insanın fikir ve düşüncelerine saygı duymayarak, kusurlarını örtmek yerine ortaya çıkararak, onu kabullenmeyerek aslında en büyük zararı kendimize ve toplumumuza verdiğimizin farkında bile olmuyoruz çoğu kez.

İnsanlık birbirine karşı olan önyargılarını kaldırmak, empati kurmak, insanları kabullenip kötülüklerden uzaklaştırmak yerine halden anlamadan, umarsızca yargılamayı, hoş görmek kavramını unutarak gönüller yıkmayı alışkanlık haline getirir olmuş. Üstelik Yunus Emre’nin “Bir kez Gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil” öğüdüne rağmen. Dünya var olduğundan beri nefret, kin ve kibir insanlar arasında kutuplaşmanın savaşların ve kavgaların fitilini ateşlerken, bunları durdurabilecek tek gerçek güç; sevgi ve bundan doğan hoşgörüdür. Dünyadaki savaş ve kavgaların ortasında “Ben gelmedim dava içün / benim işim sevi içün / dostun evi gönüllerdir / gönüller yapmağa geldüm” anlayışıyla Anadolu topraklarında sevgi ve kardeşlik meşalesi yakan Yunus Emre’nin “Yaratılanı yaratandan ötürü sevme” anlayışı hoşgörünün en anlamlı örneğidir. Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek dolayısıyla yaratılandaki tüm farklılıkları hoş görmek, sabırla ve sevgiyle kucaklamak hepimizin ilke edinmesi gereken bir davranıştır. Bu hayatta mutlu ve huzurlu olmanın şartı, ne servetler elde etmek, ne makam mevki için, şan şöhret adına, uğraşlar vermektir. Mutluluğun şartı, başkalarını mutlu edebilmek, sevmek ve sevginin karşılığını alabilmek, karşımızdaki insanların hatalarını değil iyi yanlarını görebilmek, eksikliklerini değil artılarını fark edebilmek, önyargılı olmadan herkesin sevmeyi sevilmeyi hoşgörülü anlayışı hak etiğinin bilincinde bu davranışları yaşam felsefesi haline getirebilmektir.

Yunus Emre gibi bir şahsiyet her dönemde olmayabilir ama onun hoşgörü ve sevgi ilkeleri her dönem aynı öneme sahiptir. İnsanlık olarak Yunus Emre’nin değerlerini en çok anlamamız gereken zaman bu zamandır. Birbirimize hoşgörü ve sevgi ile yaklaştığımız, gönüller yıkmaya değil yıkılan gönülleri onarmaya çalıştığımız vakit, o zaman pek az kişinin omuzlarında olan dünyayı tüm insanlık yeniden sırtlayabilir ve o içten tebessümlerin sevgi dolu bakışların olduğu, savaşların, kavgaların yerini barış dolu bir dünyaya bıraktığı ve güneşin daha berrak doğduğu bir geleceğe hep birlikte uzanabiliriz.

 

Özlem ÖZKÖK