“Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)
Eskiden köyümüzde bugünkü kadar üzüm bağları yoktu, o yüzden (60’lı, 70’li yıllar) o yıllarda üzüm bağlarını beklerdik. Bizim bağımız köye 1,5 km. uzakta, bir tarafı dere, bir tarafı dağlık ve diğer tarafları tarlaydı. Dedem bağıyla çok övünürdü ama övündüğü kadar da vardı çünkü bırakın bizim köyü, civardaki diğer köylerde bile böyle güzel, bakımlı ve verimli bir bağ yoktu.
Bizim bölgenin en iyi bağları Lâdik’tedir (Gökçeli), bugün de hâlâ öyledir. Bizim Niksar, Erbaa havalisinde bağcılığı bilinçli, ticarî ve tarıma en uygun şekilde Lâdikliler yapardı o günlerde. (Şu anda bizim köyde de ziraata uygun bilinçli bağcılık yapılmaktadır.)
Dedemin bağı da o zamanlarda onları aşmıştı, Lâdik’in en ünlü bağcıları bizim bağı görmeye gelirlerdi. Köyümüzde başka güzel bağlar da vardı tabii ki…
Dedem bağa bir seyvan yaptı, gelişigüzel bir seyvan. Amcamın oğlu Kemal’le 15 Ağustos’ta bağa taşınıyorduk, ta Eylül sonuna kadar o seyvanda yatıp kalkıyorduk. Kuzenim Kemal’le aynı yaştaydık ve adeta kardeş gibiydik, ama o benden bir sene sonra okula başladığı için benden bir sınıf gerideydi. O günlerde okullar Eylül’ün son haftasında açılırdı, bağdan direkt Tokat’a okula giderdik. Bağdaki günlerimiz ve gecelerimiz çok zevkli ve eğlenceli geçerdi. Okulun lise sınıfına geçtikten sonra, (o tarihte İmam Hatip okulları 4+3=7 yıl aynı çatı altında eğitim yapardı) çevre köylerdeki okul arkadaşlarımız da akşamları bize katılır sabahlara kadar sohbet ederdik. O günlerde Lâdik’te sinema açılmıştı, akşamları sinemaya giderdik, bizim için o günlerin tek ve kaçınılmaz zevki sinemaydı.
Lâdikli Erdal Yavuz vardı, bizi karşılar beraber sinemaya gider, film bittikten sonra bizim bağa gelirdik. Erdal, Tokat İmam Hatip’te Türkçe öğretmenimiz Nazif Yavuz’un yeğeniydi, aynı yaş ve aynı sınıftaydık. Tabii ki o günlerde bağ komşumuz Enver, yine Kemal’in sınıf arkadaşı Onan’lı Muzaffer Duyum da bu sohbetlerde bizimle beraber olur, hatta bazen köydeki akranlarımız da bize katılırdı, bâğın üst tarafında seyvanın yanında karnı yukarı yatar bulutların şeklini yorumlar, hayaller kurardık, zaman zaman bağda bu ekiple sabahlardık da!..
Yine bu arkadaşlarla bir akşam sinemaya gittik, tabii ki oradan yine bizim bağa döndük, saat 03.00 kadar, közde mısır pişirdik, sohbet ettik, eğlendik ve o gece bağda sabahlamadık ve köye döndük.
Evimiz ahşap iki katlı, ilk katta ambarlar, traktör ve tüm tarım âlet ve edevatları var, o yüzden ikinci katta oturuyoruz, kot farkından dolayı birkaç basamak merdivenle ikinci katın müstakil girişi var, biz hep bu girişi kullanıyoruz.
Eve geldim kapı arkadan kilitli, zira bizi, genellikle bağda yattığımızdan beklemiyorlar, bende anahtar da yok. Annemin babamın odası girişte sağda, kimseyi rahatsız etmemek için kapıyı usulca çaldım, hiç ses soluk yok. Geniş bir aileyiz; dedem, babaannem, anne -baba, beş tane de kardeşim var. Onları rahatsız etmemek için kapıyı duyuracak şekilde çalmadım.
Giriş kapısının üzerinde 25-30 cm. genişliğinde, 1 metre uzunluğunda cam yeri var ama cam yok fakat demirli, lakin demirlerin arası da 30 cm. civarında açık kapının fireğine basarak o aralıktan eve girdim. Tabii ki kimse duymadı girişimi, gittim sessizce odama yattım.
Sabahleyin geç kalktım doğal olarak, evden hiç kimse de ; “Ne zaman geldin, eve nasıl girdin, kilitli kapıyı nasıl açtın” diye soran olmadı. Ben okuyorum, İmam -Hatip Lisesi son sınıftayım, ailem bana güveniyor, inanıyor, hata yapmayacağımı, bana tür sorular sorarak beni inciteceklerini düşünüyorlar doğal olarak, ama ben olaya farklı bakıyorum ve bu olay benim canımı sıkıyor. Arkadaşlar anlatıyor ; “Peder kızdı, bağırdı- çağırdı, bu saate kadar neredeydin” diye. Benim ailem bana hiçbir şey sormuyor, ben içten içe alınıyorum; “Ailem benim varlığım ve yokluğumu önemsemiyor demek ki” diyorum kendi kendime. Bana niye bir şey sormadıklarının da farkındayım esasında. Ne olursa olsun, o yaşımda ilgi bekliyorum, bana kızmalarını, hatta bağırıp çağırmalarını bekliyorum elbette ki! Ailemin beni çok önemsediğini bildiğim halde; “Acaba bencil bir düşünceye mi sahibim, kendimi çok mu önemsiyorum” gibi savlardan da kendimi alamıyorum.
Neyse o eğitim yılı sonunda okuldan mezun olduk, üniversite tahsili için İstanbul’a geldim.
O zamanlar şimdiki gibi 7/24 haber veren televizyon kanalları yok, hatta televizyon yoktu. Haberleri ya radyodan ya da gazetelerden öğreniyoruz. Yurtta kalıyoruz, odamızda radyo olmadığı için haberi genelde gazetelerden öğreniyoruz. Bu vesileyle her gün düzenli olarak birkaç gazete alıp okuyoruz.
Bir gün gazetede ilginç bir haber okudum: “Genç bir kadın Eminönü’nde vapurdan kendini denize atarak intihar emek istedi, çevredeki bunu gören duyarlı insanlar denize atlayarak kadını boğulmaktan kurtardı.” Bu arada polise haber verildi, polis gelerek ifadesini almak üzere kadın karakola götürüldü. Polis; “Niçin intihara teşebbüs ettin” diye sordu kadına, cevap vermedi kadın.
“Sizden bir ricam var, lütfen kocamı çağırın o gelince sorunuzun cevabını vereceğim” dedi.
Kocası polis tarafından karakola getirildi, adam karısını görünce; bunu gayet normal karşılayarak, sanki olağan bir durummuş gibi ; “Geçmiş olsun karıcığım, haydi kalk eve gidelim.” dedi. Kadın polislere dönerek; “İşte bunun için intihara teşebbüs ettim” dedi. Normal bir koca böyle bir hayatî konuda bu kadar tepkisiz kalabilir mi? Kadın kocasının kendisine bağırıp çağırmasını, şaşkına dönmesini bekliyor hatta kızmasını ve çok sert tepki göstermesini bekliyordu, kısacası önemsediğini, ilgisini istiyordu. Belli ki kocası kadına karşı ilgisiz ve sorumsuzdu.
Bu haberi okuduktan sonra, kendime hak verdim, doğru bir algı üzerinde olduğumun farkına vardım. İnsan sosyal bir varlıktır, şüphesiz ki sosyal sorumlulukları vardır. İnsanlar yeryüzünde Allah’ın halifeleridir, her insan her yaşta tanınmak, bilinmek ve etrafından ilgi görmek ister, vesselam.
İstanbul/Kadıköy, 07.10.2024