Yankı yankı büyür sevdam
Duvarlara bakmak ömür dediğin
Sancılı bir eşiktir gözlerin
Hüzün, büsbütün kaplar yurdumu
Kuşluk vaktinde açmayınca gamzelerin
Küfeki taşından lale işledim
Leylayı bilmeyen yolcular için
Gözlerinden hüzün olur dökülen
Bin bir emekle yoğrulur zaman
Derinlerde bir mücevher, bir dağın
İçinden feryatlar fışkırır birden
Gamzelerin taştan, yine demirden
Küfeki taşından sümbül işledim
Aslı’yı bilmeyen yolcular için
Sevda…
İnsanın âhir ömründe kalbine yazılan en büyük destan. Meskeni yalnızca gönül olan, bütün zorluk, felâket ve afet karşısında sarsılamaz bir metanet duygusu veren haslet. Hayatın tüm zorluklarına sükûnet getiren merhem. Yalnızca tek bir hakikatin üzerine kurulan bir dâvâ. Samimiyetten yansıyan ve uçsuz bucaksız kalp ummanında bir yankı misali büyüyen sadâkatin adıdır sevda…
Bir âşık düşünün;
Sevdası uğruna hiçbir şey yapamayan… Mâşukuna gönlünü, kalbini, hasretini sunamayacak kadar cesaretsiz bir âşık. Gönlündeki sevdayı bir ömür boyu mâşukundan saklayan bir âşık…
Hiç böyle âşık olur mu?
Onun bu hali, ömrünü yalnızca insanın içindeki gerçek sevdaya, aşka, hasrete, muhabbete değil de, ancak duvara bakmakla heba eden bir zavallıya benzer. İşte bu zavallı ancak gözündeki perdeyi indirebildiği zaman hakiki bir âşık olur. Hakiki görüş ve hakiki sevda da o zamandan sonra başlar.
O aşık ki;
Kalbini bürüyen gaflet perdesini yırttığı zaman hakiki sevda, gönlü ve aşk yoluna gerçek bir şekilde revân olabilir. Bütün bu hakikatlere büyük bir vecd ile ancak bu şekilde varabilir. Yoksa onun gözleri, yalnızca zahire bakabilen, bâtındaki bu büyük hakikatleri idrak edemeyen bir bakar-kör, yani; sancılı bir eşik olur adeta.
İşte burada iki soru akla gelir:
-Gerçek aşk ve sevda nedir?
-Gerçek sevdaya giden yol hangisidir?
Gerçek sevda; Şems-i Tebrizi Hazretlerinin “Sevmek bu kadar güzelse, kim bilir sevmeyi yaratan ne kadar güzeldir” sözü de üzerine bizi yoktan var eden Yüce Rabbimiz Allah (c.c)’ya değil midir? Bizi onca güzellik içinde evvelâ insan olmayı bahşedip bu dünyaya gönderen, her şey üzerinde kudret sahibi olan Cenâb-ı Hakk’a değil midir asıl sevda?
Evet! Elbette her yol O’na ulaştırdığında meşru olduğu gibi sevdanın ve aşkın gerçeği de gayenin O’na vuslat olduğu zaman hakikat bulur. Bundan gerisi yalnızca boş bir duygu bağından ibarettir ki bu; insan ruhunu ile abat etmek yerine berbat eder.
Ne olursa olsun Allah (c.c)’a varmayan yolun hakikat ile hiçbir ilgisi yoktur. Bir amel, Allah rızası için yapıldığında değer bulur. İşte gerçek sevda ve aşkın bağlantısı budur.
Şair, bu meseleyi müşahhas bir hale getirmek istemiştir. ”Kuşluk vaktinde gamzeleri açmayınca hüzün, büsbütün kaplar o zavallının gönül yurdunu”. Kuşluk vaktinde açan gamzeyi görmek, bu hakikatleri idrak edip meseleyi yalnızca Rabbinin hayr-ı kemâlatına bağlayan gerçek bir âşık için mümkündür. Yukarıda da bahsedildiği gibi hakikati kavrayamayan âşık yalnızca (şairin de benzettiği gibi) bir bakar-kördür. Yani yalnızca güzelliğe aldanır onun kalbi. Sadece bakar fakat ruhtaki güzelliği göremez.
Leyla ile Mecnunun hikâyesi de böyle değil midir? Mecnun, eğer Leyla’nın dış görünüşünde kalsaydı onun ismi günümüze kadar gelebilir miydi? Mecnun, maşukunu ismiyle yana yakıla ararken hakiki aşkı ve sevdayı buldu.
Yani; (Eskimez tabir ile): Mecnun, Leyla’dan Mevlâ’ya vuslat buldu(!). Hakîkî bir âşık olduğu için asıl derdi Leyla değil, Mevlâ idi. Leyla onun için bir vasıta idi yalnızca. Hem de hakiki yola revan olması için en büyük vasıta. Asıl kurtuluşa erebilmek adına çıkılmış en büyük dava…
Küfeki taşından lale işledim
Leyla’yı bilmeyen yolcular için
Küfeki taşı; yerin altında iken yumuşacık, yerin üstünde hava ile temas ettiğinde sertlik, dayanıklılık ve güç kazanan bir taştır. Bu nedenle eski devirde yapılan camilerde, saraylarda vb. bütün sanat eserlerinde bu taş bir temel oluşturmuştur.
Şair, laleyi küfeki taşından işleyerek sevdanın ve aşkın daimî olmasını istemiştir. Nice musibetler gelip geçse bile yıkılmayan bir sevdayı hedeflemiştir. Ayrıca Leyla’nın asıl güzelliğinden bigâne olan zavallılar için bir nasihat teşkil etmiştir.
İşte budur gerçek aşk ve sevda
Hak yolundaki en büyük dâvâ
Bul Leyla içindeki Mevlâ’yı
Sen de işle laleyi bu taşa…
Bütün bunların yanı sıra lale, tek bir dal üzerinde tek çiçektir. Bu haliyle vahdeti temsil eder. Sevda birdir. İnsan gerçek sevdayı bulduktan sonra asla ondan sapmamalıdır. Eğer saparsa şirk olur.
Gerçek sevdayı bulan insan yukarıda belirtilen vasıflara hâiz olan âşıktır veyahut onu aramaya çıkmış bir yolcudur.
Bu yolcunun çetin yolculuğunu şair şu şekilde kaleme dökmüştür;
Gözlerinden hüzün olur dökülen
Bin bir emekle yoğrulur zaman
Derinlerde bir mücevher, bir dağın
İçinden feryatlar fışkırır birden
Gamzelerin taştan, yine demirden
Küfeki taşından sümbül işledim
Aslı’yı bilmeyen yolcular için
Bu yolculuk çetindir, ıstıraplıdır, acı doludur lakin hakiki aşkı arayan yolcuya meltem gibi gelir. Onun kalbi ve gönlü hakiki aşkı bulmak için büyük bir şevk ile yanıp tutuşurken sıkıntı denen şeyi unutur.
Kerem ile Aslı’nın hikâyesinde de olduğu gibi âşık, sevdasının peşinde onu ararken bin bir sıkıntı içerisine girer. Fakat onun bu aşkı dikenin üstünde yürüse bile sevgilisine götürebilecek büyüklüktedir.
Yolculuğun ilk merhalesi;
Gözdeki hüznü okuyabilmektir. Bir âşık hüznü okuyamıyorsa gözün içindeki deruni muhabbeti ve sevdayı bulamaz. İçindeki geçek sevdayı bulabilmesi için insanın hüzün yollarından geçmesi gerekir. Çünkü insan eğer hüzünlenemezse aşkının da sevdasının da kıymetini bilemez. Şehvânî bir hal alır onun için sevda. Bu ise yalandan başka bir şey değildir.
İkinci merhale ise;
Zamanın bir fırsat olduğunu bilmektir. Hakiki sevdaya sahip âşık bu dünyanın gelip geçici olduğunu bilir. Bu sebeple de adeta zaman içerisinden zaman çıkarırcasına hareket eder. Çünkü onun için değil bir dakikayı, bir saniyeyi bile boş geçirmek olmaz. Sevdanın dava şuuru verilen zamanın kıymetini bilmektir.
Üçüncü merhalede âşık yavaş yavaş insanın içindeki mücevheri tanımaya, onu hissetmeye başlar. Lakin buraya kadar ulaşabilmesi için geçtiği yolları hakkıyla idrak etmesi gerekir. Bundan sonra kendisinde bambaşka bir ahenk ve güzellik görülür. Ruhu sonsuzluk ufkuna doğru kanat açar adeta…
Dördüncü merhalede;
Yolunda giderken önüne çıkan tuzakları ve çukurları görür. Bu tuzaklar bâtıni olduğu için herkes göremez. Âşık bu seviyeye geldiğinde hangi sevdanın kendisi için hayırlı olduğunu bilir ve yolundan asla dönmez. Bu merhalede âşık yolu üzerinde sebat üstüne sebat kazanır. O, yalnızca yoluna bakan bir yolcu olur. Bu sebeple şair, aşığın görmeye başladığı yalancı sevda ile yüzlerini saklayan zavallıların gamzelerini taşa ve demire benzetmiştir…
Bu yolculuğu tamamlayabilen âşık muradına ermiş ve Hakk’a vuslat etmiştir. Bundan gayrısı bu sevda üzere sabit olup sapmamaktır.
Mücahit Akıncı