Hayırlı Olsun

Zeynep Böhürler

 

Kara, kapkara… Ellerinin her yeri, avuç içleri hatta tırnaklarına kadar siyaha boyanmış. Pantolonu koyu kahverengi, yer yer rengi solmuş. Ayağındaki tabanı lastikli ayakkabısı belli ki yıllardır giyilmekten yıpranmış; artık boya tutmaz olmuş. Ama temiz. Gömleği beyaz ve ütülü. Mayıs sonu, güneşin saklambaç oynamaktan vazgeçip akşama kadar bizleri ısıttığı bu mevsimde süveter de giyilir mi hiç? Belki de hasta; üşüyor, evet evet hasta olmasa neden kalın süveter giysin ki. Yüzü buruşturulmuş bir kâğıt gibi birkaç yerinden derin çizgiler içinde. Olsa olsa babam yaşında belki biraz daha fazla olabilir. Kederinin, acısının yüzüne sirayet ettiği aşikâr. Karşı koltuğumda oturan bu adama öyle bir dalmışım ki nerdeyse son durağa kadar otobüsten inmeyecektim. Bugün ilk işimin ilk maaşını almıştım. Eve dönmeden önce çarşıya uğrayıp evin birkaç eksiğini, kardeşlerime de hediye almayı düşündüm. Akşam içinse babamın en sevdiği kazandibi tatlısını aldım mı değme keyfimize. Ah anacığım da memlekette dedemin yanında olmasaydı. Neyse ki annem için düşündüğüm havacı mavisi etek ceket takımı yaklaşan bayramda alacağım kısmetse. Hızlıca indiğim otobüsten arkama baktığımda,  karşımda oturan adamın da aynı durakta indiğini fark ettim. Kararmış elleriyle kömür kaldırmaktan mıdır yoksa hayatın yükünü taşımaktan mı sırtı fazlasıyla eğilmiş, kamburlaşmıştı. Ağır ağır adımlarla yolun yarısına kadar yokuşu birlikte indik. İçim hiç rahat değildi. İçimde hem bir sıkıntı hem de karşı koyamayacağım bir merak vardı. Adam, çarşıya uzanan sokağa değil de diğer sokağa saptı. Benimse yolum çarşı tarafındaydı. Birkaç adım ilerledikten sonra, içimdeki garip merakıma yenik düşerek geri dönerek arkasından gitmeye karar verdim. Yaklaşık on dakika sonra eski eşyaların alınıp satıldığı dükkândan içeri girdi; ben de arkasından… Ben içerde antika eşyalara göz gezdirip bakarken, aynı zamanda dükkân sahibiyle olan konuşmalara kulak kabartmaya çalışıyordum. Cebinden küçük bir bez içinde bohça gibi sarıp sarmalanmış, parlayan metalik bir nesne çıkardı. Dükkân sahibi eline aldı; evirdi, çevirdi. Elindekiyle beraber dükkânın arkasındaki odaya gitti. İçerden konuşma sesleri geliyordu. Birkaç dakika sonra çıktı. Gülümseyen bir yüz ifadesiyle:

-Murat Bey’e kontrol ettirdim. Buranın esas sahibi. Bu eşyaların piridir. Ama senin istediğin rakamdan çok aşağı bir ederi var. Daha bunun bazı kararan yerlerini parlatmamız gerek. Kabul edersen alırız.

Adamcağız elini diğer cebine sokarak derisi dökülmüş cüzdanını çıkarttı. Birkaç dakika kafasında hesap yapar gibi düşünmeye başladı. Dükkân görevlisi bakışlarını bana çevirerek:

-“Buyur kardeşim nasıl yardımcı olalım ?”diyerek yöneldi. Adamcağızın “Al kardeşim senin olsun, hayrını gör” demesiyle içimden bir oh geçirdim, çünkü bu antika eşyaların içinde aslında ilgimi çeken hiçbir şey yoktu. Dükkân görevlisi kasasından bir miktar para çıkarıp adama verdi. Adamın eğilmiş sırtı daha bir eğildi; cebindeki bir miktar para yerine sanki kiloyla acı yüklenmiş gibi bedenini sürüye sürüye kapıya yöneltti. Elindeki parayı saymadan cüzdanına koyarken, o kararmış ellerinin üzerine çiğ gibi düşen birkaç parça ıslaklığı görmemek mümkün değildi. Kapıyı usulca açıp, sımsıkı kapatarak yoluna devam ederken gömleğinin cebinden katlanmış eski bir mendil çıkartıyordu. Donakalmıştım; ama korkudan değil. Hüznünü yaşayan insanların üzüntüsünü görmek en az yaşamak kadar etkili oluyormuş. Dükkân görevlisinin bana ikinci kez seslenmesiyle yanına gitmem ve elimi cüzdanıma hiç düşünmeden atmam bir oldu.

O akşam eve döndüğümde içimde hiç yaşamadığım bir huzur ve sükûnet vardı. Uçsuz bucaksız ve sessiz, bir denize bakar gibi. Yemekten sonra babam odama gelerek:

“ Bize bugün ilk maaşınla öyle büyük bir hediye verdin ki oğlum. Ne annene alacağın kıyafetin, ne benim tadacağım tatlının yanında bir ehemmiyeti kalmazdı. Sen ki hayatın bin bir zorluğunda ezilmiş bir adamın, çocuklarının masraflarını çıkarmak için elinden çıkarmak zorunda kaldığı, babasından tek hatıra kalma köstekli saatini ona hediye ettin. O adamın yaşaran gözlerinden bu kez sevinç yaşı akıttın. Sen bu duayla daha çok güzel hediyelere layık olursun evlat. İlk işin, maaşın hayırlı olsun oğlum; senin gibi…

 

Zeynep Böhürler

Zeynep Böhürler

1983 İstanbul doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. On beş yıl hizmet ve bankacılık sektöründe çalıştı. Halen İstanbul Zaim Üniversitesi-Medeniyet Tasavvuru Okulu 2.sınıf öğrencisidir. Şiir, hikâye, film tahlili gibi yazıları çeşitli dergi ve dijital platformlarda yayınlanmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir