Geçmişin İzlerinde Yürüyenler

Hakan Artik

 

Göç…

İnsan, en çok da içine göçer, der yaşlı bir adam. Gittiği uzaklar, eski yakınlıklarını daha da yakınlaştırır yalnızca insana; asıl göç, içinde yıkılıp duran, içindeki göçüklerle derinleşen insandadır diye de bitirir.

O yüzdendir ki ‘geçmişin izinde yürüyenler’ işte tam da bu göçün altında nefes almaya çalışan ve unutma yetisiyle hem nefeslenip hem boğulan garip, mecbur insanlardır…

Doğup büyüdüğü, varlığının şekillendiği, henüz dünyaya idrakinin yeni açıldığı topraklardan zorla alıkonulan bir insan, sahip olduğu, kalben bağlı olduğu pek çok şeye daha sıkı sarılır. O, toprağının kokusunu hiç unutmaz. Sevinçlerinin de hüzünlerinin de yeşerdiği topraklar onun için başkadır.

Kitaptaki ana karakter Vahit, yaşadığı eski topraklardan hiç bilmediği memleketlere gelip burada yıllarca doğup büyüdüğü topraklara her dem özlem duyan bir kişiyi temsil etmenin ziyadesinde, aynı zamanda geçmişe takılıp bugünün mutluluğunu kaçıran pek çoğumuzu da temsil etmekte.

“Sanki kayalardan yuvarlanıp, öteye beriye çarparak, hep biraz eksilerek yazgılı sonuna doğru giden bir taş gibi sendeleyip duruyor.”(s. 155)

Hayat, bir yokuş ve insan bir kaya olsaydı şayet; yaşamak, bu yokuşu inmek miydi… Yoksa çıkmak mı… Geçmişin izinde yürüyüp durmak; zaman, insanı aşağı itelerken, zamana göğüs gerip aşağı savrulurken insanın yine de yukarıya doğru birkaç adım atması mı…

Ve yokuşa bırakmak kendini, kaderine razı olup teslimiyette mutluluğu mu bulması…

“Bana uç git deme, amacım beklemek ve her parçamı benden koparmak isteyen bir sırrın çabasıyla azalmak ve kaybolmaktır.” (s. 139)

Ve bu yokuşta hareketsiz kalmaya çalışmak, yalnızca seyre dalmak mıdır olanı biteni, oluşun arafında kalmak…

İnsan mıdır, her parçası anladıkça hem eksilip hem çoğalan o sır sandığı, yoksa sandığı bir şey midir yine, ayaklarının hemen altındaki o yokuşu uçuruma çevirip, atlayıp o uçurumdan, düşerken uçma hayâlini birkaç saniyeliğine de olsa gerçeğine boyamaya çalışan…

Ve kaybolma ve bilinme istemi, yaradanından eserine geçen kaçınılır ve kaçınılmaz bir boya sıçraması mıdır, tuvali fırçasını boyayan hayat tuvalinde…

Aklıyla, duygularıyla, sorgularıyla, sevinçleriyle, acılarıyla göçüyor insan, zamanın ve hayatın dibine…

Kendi derinliği kadar kazılsa mezarı herkesin, kaç dünya gerekti dünyaya; acıları, düşleri, özlemleri sığdırmak için…

Dün’ya bu, her şey hep bir adım geride ve özlem her ân kalbinin bir bakış, bir dokunuş, bir koku, bir nefes berisinde…

Kazıyan, yontan, eşeleyip duran ruhunu insanın…

‘Vahit’ olan ömürlerimizi her dâim ‘güzel olan’ üzere geçirebilme duâsıyla…

admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir