Filiz Çırpıcı ile Mülakat

Zeynep Böhürler

 

“Burada kalırız biraz,/ burası han dediler./Gafile saray amma/  bize zindan dediler.” mısralarıyla yüreğinden kopan dizeleri bir araya getiren, “Han” isimli şiir kitabının şairi, bir dönem Halk Edebiyatı Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü olan, aynı zamanda hayatı boyunca yüzlerce öğrenci yetiştirmiş emektar bir Edebiyat Öğretmeni, sevgili Filiz ÇIRPICI Hocamız ile okurlar ve edebiyata ilgi duyanlar için ufak bir söyleşi yapmak istedik.

Filiz Hocam merhaba, öncelikle bize vakit ayırdığınız ve sorularımızla bizlere değerli cevaplar vereceğiniz için teşekkür ederiz. Ben öncelikle sizin okul yıllarınız ile başlamak istiyorum. 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldunuz. Bu bölümü seçmenizdeki en büyük etken nedir?

Çocukluğumdan beri okumak, en büyük zevkim oldu. Edebiyatın, sözün büyüsü; bana tesir eden en önemli unsurdur. Kitapların, dergilerin içinde bulduğum dünya, beni hep kendine çekmiştir. Edebiyat Fakültesi benim için biçilmiş kaftan idi elbette. Ailemden, yakınlarımdan aldığım en güzel hediye hep kitap olmuştur. Bebekler ve diğer oyuncaklar o kadar sevindirmezdi beni. Kitaplarımı alıp çekildiğim köşe; en güzel sarayların başköşesi olmuştur benim için.


Hep derler ya “Öğrencilik yıllarında sizi etkileyen hocalarınız, büyükleriniz kimdi” diye. Ben size bu soruyu biraz farklılaştırayım. Edebi anlamda etkilendiğiniz, esinlendiğiniz ve size ileriki yıllarda ilham vermede rol model olan şair ve yazarlar kimlerdi?

Orhan Veli, Sait Faik, Ahmet Haşim, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin; ilk okuduklarımız, sevdiklerimiz diyebilirim. Şair olarak hayal dünyamı süsleyen en tesirli şair Ahmet Haşim idi. Onun kızıl akşam manzaralarında hayâle dalmak güzeldi.
“Akşam yine akşam yine akşam/Bir sırma kemerdir suya baksam” diye tatlı bir terennüm ile masal âlemlerine gidiş…

Özdemir Asaf, Atilla İlhan, yine lise yıllarında bende iz bırakan şairler olmuştur. Yunus Emre her dönemde baş tâcım olmuş, gönlümde tahtını kurmuştur. Divan şiirinin, halk şiirinin derinliklerine indikçe bu mest edici şaraptan her dâim nûş eylemek istedi gönül…

Tasavvufî mânâlar, hikmetli deyişler, bizim edebiyat dünyamızda en güzel yerleri tutmuştur. Niyazi-yi Mısrî’den, Pir Sultan Abdal’dan, Şeyh Galip’ten ayrılmayız.

Mukaddes davayı anlatan şiirler, destanlar ayrı bir deryâdır. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nurullah Genç… Hepsi bize ilham vermiştir, vermektedir…


Siz bir dönem Halk Edebiyatı Dergisi’nde Yazı İşleri Müdürü olarak görev aldınız. Birçok farklı ve zengin içerikleri okuyup değerlendirmenizin elbet bir zevki ve katkısı vardır diye düşünüyorum. Günümüzde her ne kadar okur tercihleri ve türlerinde farklılaşma olsa da dergilere ya da edebiyat mecralarına yazı göndermek isteyen gençlere bu konuda vereceğiniz motive edici bir tavsiyeniz var mı?

Cemil Meriç’in dediği gibi, “ Dergiler, hür tefekkürün kaleleridir.” Dergilerde çeşit çeşit yazı, şiir, meraklı konular, resimler görürsünüz. Gençleri besleyen, sanatın, bilimin içine çeken bir mecradır dergiler. Biz de amatör bir ruhla dergi faaliyetlerinde bulunduk bir dönem.

Edebiyatın, sanatın yaşayan damarlarıdır dergiler. Gençler, bol bol okusun, kendisini zenginleştirsin. Ve yazdıkça, olgunlaştıkça da eserlerini dergilerde okuyanlara sunsun derim ben. Fakat iyice elekten geçmeden yazı sahasına çıkarmasınlar. İyice pişirsinler, olgunlaştırsınlar. Kolay gele…


Kitabınıza gelmeden önce, müzikle aranızın iyi olduğunu duyduk:)En çok hangi türde müzikleri tercih edersiniz, özellikle şiirlerinizi yazıya dökerken dinlediğiniz belli bir müzik var mı? Yazı yazarken arka planda bir müzik mi yoksa sessizlik içinde bir icra mı size daha yakın?

Müzikle şiir kardeştir âdeta. Sözün bir ahengi, mûsikîsi vardır. Ruhumuz şiirle, mûsikî ile yaşar, dinlenir, aşka gelir, şevke gelir, huzura erer. Her müzik çeşidinden sevdiğim eserler vardır. Klasik Türk sanat mûsikisi, türkülerimiz, arabesk, hafif müzik… Hepsi güzel.

Barış Manço’nun hem tarihimizden, geleneğimizden motifler taşıyan; hikmetli sözleri ve hoş melodisi olan şarkılarını bıkmadan usanmadan dinleyebilirim.  Cem Karaca’nın kendine has özgün parçalarını, aynı şekilde severek dinlerim.

Neşet Ertaş, Orhan Gencebay, Sezen Aksu, Erkin Koray… Ve tasavvuf musikisi… Uhrevî âlemlerde gezdiren ilahiler…

Şiir ve yazılarımı değişik mekânlarda yazabilirim. Meselâ bir vapur yolculuğunda çay ocağında, bir kır kahvesinde… Çoğu zaman insanların içinde… Kalabalığın içindeki yalnızlıklarda… Bazen enstrümantal bir müzik eşliğinde bazen de ruhumun şarkılarını dinleyerek…


Gelelim kitabınıza! Toplamda seksen yedi tane şiirden oluşan, anlam yüklü, nahif bir kitap olmuş. Yüreğinize sağlık. Kitapta yer alan şiirler başta olmak üzere, hangi duygular bu imgelerin oluşmasında ağır basıyor? Soruyu biraz açarsam, kimi şairde karşı cinse duyduğu özlem, kiminde hiciv, kiminde ayrılık renklerini görürüz. Sizin renginiz ve duygularınız nedir?

Gerek mecazi aşk,  gerek tasavvufî, ilâhî aşk diyebileceğimiz hakikî aşk olsun, bizde ağır basan duygu, aşktır herhalde. Fuzûlî demiş ya:

“Aşk imiş her ne var ise âlemde
İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak”

Ve o aşkın yolunda çekilen çile, ızdırap, ayrılık, hüzün, bekleyiş, özleyiş. Hepsi ayrı güzel.

“Han” şirinde diyor ya : “Nâr ile nûr ile dolduk / Bize rindân dediler”. Yani bizde aşkın rengi, nârın rengi, ateşin rengi kırmızıdır. Bu nârdan geçmeden nura varılmaz. Rindân, gönül ehli kimselere denir. Onlarla her daim hemhâl olmak dileriz.


Kitabı okurken en sevdiğim şiirleriniz “Dağınık Ev “ve “Dosta” oldu. Sizi bilmeyen bir okur, bu mısralardan, biraz munis, biraz muhsin ,biraz da coşumcu bir karakter profili çıkarır. Kurmacanın içinde bile bazen bir yazarın duygu ve düşüncesi yer alıyorken, şiirleriniz de sizin karakterinizi mi yansıtıyor, yani sosyal yaşamda da bunu sergiliyor musunuz?

Neşet Ertaş, “Yaşamadığımız şeyi yazmadık, söylemedik biz gardaş!” diye cevap vermişti böyle bir soruya. Evet, yaşanmışlıklar ve hayatımızdan çizgilerle doludur şiirlerimiz, sözlerimiz. Aşkı, bekleyişi, ayrılığı ve özleyişi anlattık elbet. Hayatın bize düşündürdüklerini, öte âlemin gizemini vs…

Ve bununla beraber Divan şiirimizin, halk şiirimizin bize kattığı ince hayallerin, dantel gibi işlenmiş sanatlı beyitlerin, dörtlüklerin izi vardır sözlerimizde. Beslendiğiniz kaynaklar sizin cevherinizi güzelleştirir.

Derin acıların, ıstırapların, yakıcı ateşlerin divan şiiri üslûbuyla anlatıldığı şiirlerimdeki beni, bazen günlük hayatımda bulamaz okuyanlar. Daha sade, güler yüzlü, dengeli birini görürler. İç dünyamızdaki çalkantılar, derinlikler, amansız kederler; şiirde kendini gösterir.


Gezmeyi sever misiniz özellikle yaşadığınız şehir size neyi ifade ediyor? Bu soruyu sordum çünkü kitapta İstanbul ve Edirne için de şiirler kaleme almışsınız

Gezmeyi severim. En çok da İstanbul’da gezerim. İstanbul, dünyadan ayrı, başlı başına bir dünyadır benim için. Tarihin içinden katmanları olan, çeşit çeşit insanları izleyebileceğiniz, denizi ile vapurları ile kendine has rengârenk hâli ile cümbüşlü bir sinema perdesidir.

Okula giderken her gün vapurda boğazı seyretmek, çay ocağında oturup çay içerken Kız Kulesi, Topkapı Sarayı ufuklarında hayâle dalmak, en büyük zevklerimdendir.

İstanbul’da âlem âlem içinde… Seyrân seyrân içinde… Sadece İstanbul için yazdıklarım yarım kitap hacminde oldu diyebilirim. Yine tarihi ile saltanat şehri olması ile ayrı bir değer taşıyan güzel şehrimiz Edirne’de on beş yılım geçti. Edirne’yi de, ona yakışan asaleti, sanatı, yaşanmışlıkları ile anlattığım şiirlerim var.

 

Son olarak “şiir” denilince ilk aklınıza geleni soyut ya da somut olabilir, üç kelimeyle ifa eder misiniz?

Üç kelimeye sığdırmak zor gelebilir ama şöyle de düşünürsek, şiir zaten az sözle çok ve değerli şeyleri anlatma sanatıdır. O halde şiir deyince:

“Hayal, aşk ve güzellik” diyelim.

Güzel sorularınız ve edebiyata, kültürümüze katkılarınız için teşekkür ederim. Aşk ile sanat ve güzellik ile kalın diyelim.
Vesselam…

Edebiyata ve eğitime katkılarınızın her daim artarak gelmesi temennisiyle, tekrar teşekkür ederiz.