Farklılık İçinde Farksızlık

Zeynep Böhürler

 

Hikâyemiz ağacın yeşilini, gökyüzünün mavisini göremeyen, yağmur sonrası toprak kokusunu içine çekemeyen dipsiz bir kalabalığın içinde geçiyor. Gölgelerin bile kaybolduğu bu yerde, herkesten farklı olmaya çalışan, kendini diğerlerinden apayrı hissederek, değişik olduğunu kanıtlamaya çalışan biri yaşarmış. Her sabah kalktığında önce aynaya bakar ve başka biri olmak için neler yapabileceğinin gücünü, aslında hiç temiz olmayan havayı çeker gibi içinde dolaştırırmış. Büyük bir özeniyle bir, iki, üç, altı, on dokunuş derken zamanın nasıl da aktığını fark etmeden güneşin batışının en güzel turunculuğunda yorulduğunu hissedermiş. Zaman onun için o kadar çabuk geçermiş ki yorgunluktan gökyüzüne bakmayı unuturmuş. Unuturmuş ve hayatta görebileceği en huzurlu manzaradan kendini mahrum bırakırmış. “Ben ne kadar da enteresan biriyim” diyerek uykuya dalarmış. Rüyasında kendini sıkışık ve kargaşa içindeki sokaklarda yürürken, keşmekeşin ortasında insanların ona baktığı bir ışıltı gibi görürmüş. Huzursuzluk içinde uyanır ama gördüğü rüyanın etkisiyle doğru yolda olduğunu düşünüp ertesi gün daha fazla çalışması gerektiğine inanırmış. “Ben herkesten farklı olmalıyım; duruşum, yürüyüşüm, gülüşüm” diyerek çok daha gayretli olmaya başlarmış. Gün gelmiş, sevdiği yemeklerden, dinlediği müzikten hatta en sevdiği dolabındaki sarı kazağından vazgeçmiş. Hâlbuki o kazak, mağazada kalan son sarı rengi almak için kan ter içinde koşarak gelen babasının hediyesiymiş. Geceler çabuk biter, gündüzler çabuk sönermiş ya… En sonunda hep hayalini kurduğu “Farklı ve ilginç” biri olarak kendini hazır hissettiği zaman gelmiş. Evinden dışarı adımını atarak, merdivenlerden aşağı bir yandan heyecan içinde bir yandan da büyük bir gururla kendini o karmaşanın içine atmış. Birkaç adım yürümüş, yürümüş… Kafasını kaldırıp etrafındakilere bakmaya çekinir olmuş çünkü bütün gözlerin üzerinde olduğunu düşünüp, dikkat çekiciliğinin onu kibirlendireceğinden ürkmüş. Derken arkasından bir ses duymuş:

-Pardon, galiba çantanız açık kalmış.

Gelen sese sadece kulak verip, teşekkür etmeyi fazlalık görmüş. Çantayı arkasından alıp kapatırken gözü etrafa ilişmiş. O da ne! Sağa bakmış, sola bakmış, biraz daha yürüyüp ileriye doğru gitmek istemiş. Hayır, gördükleri yanılsama değilmiş. Etrafındaki herkes, kendi gibiymiş. Herkes sanki birbirinin replikası… Nasıl olur? Duruşlar, bekleyişler, giyinişler, seslenişler, yüzler, ifadeler… Kendini çıkmaz bir sokakta gibi hissederek olanca gücünle eve doğru koşmuş. Kendini odasına atarak duvardaki asılı duran boy aynasını kaldırarak, dolabından sarı kazağını çıkarıp giymiş.