Eskimeyenlere

Zeynep Böhürler

 

 

Kaldırımları kırılıp tekrar onarılmaktan, tümsekli tepecik olmuş dar sokaklardır benim ekmek teknem. Her sabah devlet memuru gibi, fakir dostumu arka bahçe kömürlüğünden çıkarıp; bazı pencerelerinden salça soğan kokuları gelen sokaklarda günlük rızkımızı aramaya başlarız. Haftada birkaç akşam kahveci Hayri Ağabey’in yanına uğrar gece kepenkleri kapatana kadar demlik demlik çay içeriz. Şimdilerde dükkânı sinek avlayan mahallenin en eski tesisatçısı Niyazi Ağabey:

“Oğlum senin aklından zorun mu var? Tamam, şöyle afili takım elbiseli iş adamı olamadın ama bu kadar erkenden yollara konulur mu? Yat evde öğlen 12’ye kadar. Milleti bağırıp ne rahatsız ediyon” diyerek ha bire komşu esnafla bana sataşır. Haklı da aslında. Ama ben rahmetli babamın dediği gibi “sabah saatinde bereket vardır” diyerek zeytin ekmek bir de olmazsa olmaz üç bardak çay keyfimden sonra iş başı yaparım. Bir sabah iki bardak çay içeyim, o gün sesim bir çatallı, bir kısık… Bizim işte ses çok önemli. Önceleri neredeyse on yıldır beni tanıyan mahalle sakinleri beni görmezden önce sesimle beni selamlarlardı. Gerçi her şeyin değiştiği gibi bu dar sokaklar da çok değişti. Bu dar sokakları güzelleştiren, pazartesileri sakız gibi çamaşırları yıkayıp asan teyzelerden, ezan saatine on beş dakika kala bir elinde tespihi, kafasında bembeyaz takkesiyle, konu komşuya, esnafa selam vererek ağır camiye giden dedelerimizden eser yok artık. Cuma günleri mis gibi hacı esansı süren amcaların, yiğit torunlarıyla beraber gittikleri mahalle camisi bile şu aralar sessiz ve mahzun. Sabah fakir dostumu alır, önce Sümbül Sokak’tan başlarız ki orada Safiye Anne oğlu ve gelinin ona Almanya’dan getirdiği ama kendinin “işe yaramaz bunlar” dediği her türlü alet-edevat neyse bana verir; ben de onları sokağın sonundaki Muhsin Ağabey’in dükkânına satardım. Safiye Anne yeni çıkan hiçbir eşyayı evine sokmazdı; kullanmayı bilmezdi çünkü. Gelinine de ayıp olmasın diye” bir daha bunları bana göndermeyin” diyemezdi.  Murat Sokak rızkımı verene şükür, en kazançlı sokağımdı. Neredeyse sokak sözlü, nişanlı gençlerle doluydu. Sacide Teyze, Mücella Teyze az mı benden semaver, bakır çaydanlık alıp bunları bir güzel kalaylatıp kızlarının çeyizlerine koydular. Hele Nergis Hanım’ın Avrupa görmüş kızı gel zaman git zaman annesinin evini beğenmeyince sehpa takımlarından, vitrin içi süslerine kadar her şeyi

-“Ne tutarsa al, yeter ki gitsin bu döküntü kalabalık” diye yavaş yavaş bütün odayı boşaltırdı. En sonunda kapıya kocaman kamyonu dayayarak evlerini de boşalttıklarını da gördük ya o günü hiç unutmam. Kendi yağınla kavrulan bu mahalle, bu semt onlara dar gelmişti. Benim ekmek teknem bereketle coşmuş ama giden sadece eşya olsaydı diyerek burulmuştum. Nergis Hanım belki ilkti ama son değildi. Birkaç sene içinde sanki bir yarış varmışçasına evler boşalmaya başladı. Cennet mekân olan komşuların evlatları, torunları ikindi vakti kızartma kokan bu sokakları beğenmez oldular. Bazıları iki-üç katlı, pencerelerinde sardunyalarını suladıkları, her hafta arapsabunuyla köpük köpük kapı önlerine kadar yıkadıkla yuvalarla yetinmeyip, çok katlı apartmanlarda oturmak yücelik getiriyormuş gibi el sıkışıp evlerinin yıkılmalarını iştahla seyrettiler. Velhasıl gidenlerin yerini yenileri dolduramıyor geçen zaman bunu gösterdi. Artık kimse el değiştirmiş eşyaların yüzüne bakmaz oldu. “Bitli mi, pireli mi” diye gözlerini aşağı düşürenleri gördüm. Velhasıl bizim işte kalabalıkta kaybolan şehirler gibi eriyip gitti. Şimdi yerine daha büyük eşyaları alan-satan, sabah anahtarla açıp akşam kepenklerini indirdikleri ikinci el dükkanlar var. “İnsanın kendi dükkanı gibi nimet var mı, Allah bereketlerini versin” diyorum her sabah önlerinden geçerken. Azcık daha birikse ilerde ben de açarım inşallah. Tabelasına da “Muzaffer İkinci El” diye kocaman kocaman yazdıracağım. Ben çok akıllıydım, çok zekiydim de okumak nasip olmamış. Ama oğlum Muzaffer okuyacak, adı gibi Muzaffer olacak kısmetse. Bense Sadık. İşine ve insanına sadık bir eskici. Her ne kadar emektar arabam, artık boş gelip boş gitse de eski alır eski satarım. Fani dünya gibi…

Zeynep Böhürler

Zeynep Böhürler

1983 İstanbul doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. On beş yıl hizmet ve bankacılık sektöründe çalıştı. Halen İstanbul Zaim Üniversitesi-Medeniyet Tasavvuru Okulu 2.sınıf öğrencisidir. Şiir, hikâye, film tahlili gibi yazıları çeşitli dergi ve dijital platformlarda yayınlanmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir