Çikolata Kokulu Amca

Zeynep Böhürler

               

 

-Amca, essahtan nerede çalışıyon sen?

-Söyledim ya evlat. Şehirdeki çikolata fabrikasında çalışıyorum.

-Yoooo, sen kandırıyon bizleri.

-Neden kandırayım sizleri çocuklar?

-Çünkü sen eğer çikola fabrikasında çalışsaydın bizler gibi zayıf olmazdın. Anamız hep der; çikola yiyenlerin yanakları dolarmış. Elleri yumuk yumuk olurmuş. Sen de aha bizim gibi cılızsın işte!

Etrafımı saran çocukların, hep birden kahkaha sesleriyle adeta donup kalmıştım. Onlar bana gülüp geçiyorken, ben kalbimden gözyaşı dökmeye başlamıştım. Bazen gözyaşlarınızı kalbinizin bir köşesinden akıtmak zorunda kalırsınız. Hiç belli olmadan, usul usul, acı acı… Köyün tozlu yollarında oynamaktan üstleri başları duman rengine bürünmüş, gözlerinde ayrı bir kıvılcım, ayrı bir sedaları vardı. Oyuncak istiyorum diye tutturan çocuğun yakarmasından farklı bir sesti bu. İstemeden istemek nasıl olurdu?

-Amca, azcık eğilsene. Çiko kokuyon mu sen?

-Amca, senin çocukların her gün çiko yer mi?

-Yok, halaoğlu. Kızılcık tarhanası içmeden çocuk büyümez ki!

Yine başladılar kahkahalara. Bu sefer ben de onlarla gülmeye başladım. Fabrikamızın yeni kurulacak tesisine etüt çalışması yapmak için yola çıkıp, vasıtamız bozulunca köy sokaklarında belki bir tamirci vardır diye dolaşmaya çıkmıştık. Her tesadüfün sonu bir başlangıca açılırmış. Arabanın bozulması, hiç bilmediğin bir yerde kalakalmak, programın aksaması kimine göre büyük şansızlık olsa da ben bu olumsuzluğun hikmetini kırk yıldır şükrederek yaşıyorum.

Köyde Nizami Usta isimli bir kaportacı bulduk. Hakikaten de ismi gibi arabayı nizama soktu. Daha önce şehirde çalışmış. “Köyde traktörlerin neresinde hastalık olsun hemen iyileştiririm” diye havalı havalı konuşarak hem arabamızı onarıp hem de hayat hikâyesini dinletti.

Çaylar içildi, hasbihal edilip yola koyulma vakti geldiğinde, köyün muhtarıyla konuşmak istediğimi söyledim. Muhtar yaşını epeyce almış, elinde ceviz ağacından yapılmış, çok eski olduğu hemen anlaşılan bir baston kullanıyordu. Yanına gittiğimizde yalpalaya yalpalaya ayağa kalktı. Şehirden geldiğimizi, hele ki fabrikadan gelen bir ekip olduğumuzu anlayınca bize yöresel yemekler ikram etmek istedi. Çok geç kalmıştık. Sadece merak ettiğim soruyu sormak istiyordum.

-Ali Rıza Muhtarım, bu köyde bayramlarda çocuklar hiç çikolata yemez mi?

Muhtar sadece güldü; güldü ve:

-Yemezler beyim. Yemezler, bilmezler, versen bana ben de anlamam ya.

Muhtarla konuşup, on beş gün sonra geleceğime dair söz verdim. On beş gün sonra gittiğimde yalnız değildim. Yanımda içinde türlü çikolataların ve şekerlerin olduğu kutular getirmiştim. Her birini açarken ve dağıtırken, çok yememelerini, fazlasının zararlı olduğunu onlara anlattım. O kadar zeki ve söz dinler evlatlardı ki, her çocuk sadece bir tane alıp sıradan ayrıldı. Çikolataları, renkli ambalajlarından özenerek ayırmaları, o boş paketleri saklamak için ceplerine koymaları, her ısırıktan önce içlerine çekip koklamalarını, yarısına geldikten sonra birbirleriyle takas etmeleri hayatımda gördüğüm en güzel manzaraydı. Her ay onlara gelip çikolata dağıtmayı, köylünün ne ihtiyacı varsa şehirden sağlamayı kendime görev edinmiştim. Meslek hayatım boyunca ilk defa mutlu olmuştum. Mutluydum çünkü bu çıkarsız, karşılıksız bir alışverişti. Yüzlerindeki gülümsemelerin bu dünyada bir ikamesi yoktu. Aylar, yılları kovaladı ve zaman dediğimiz akıp geçerken beni yaşlandırdı, onları kocaman adam yaptı. Artık onlara kutuları taşıyan filinta genç değildim. Eşimle beraber yazları köye gider; kimin oğlu nerede okuyor, kimin kızı hangi şehre yerleşmiş bir güzel haberlerini işitirdik. Bu sefer onlar bana ikramda bulunur; köyde kalanlarla beraber temiz hava eşliğinde sofalarda yemekler yerdik. Yine böyle bir sıcak yaz gününde köyün kahvesinde çınar ağacının altında çayımızı içerken yanıma gençten bir delikanlı geldi.

-Dedem verin elinizi öpeyim.

Ben elimi uzattım ve delikanlı elimi saygıyla öptükten sonra derince bir nefes çekti:

-Zamanımda babam sizi hep anlatırdı. Köyden ayrılmadan önce mis gibi kokan bir amcadan bahsederdi. Sahiden de böyle biri varmış.

Bu söz beni epey güldürmüştü

-İlahi evlat, “Çikolata kokuyor musun” derlerdi bana.

Delikanlı eğilip bir elini dizime koyarak:

-Yok yok. Öyle değil dedecim. Bu dünyada güç rastlanan bir koku. Siz yıllarca onların iyilik kokulu amcasıydınız. Ne mutlu ki bugün, ben de bunu yaşadım.

 

Zeynep Böhürler

Zeynep Böhürler

1983 İstanbul doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. On beş yıl hizmet ve bankacılık sektöründe çalıştı. Halen İstanbul Zaim Üniversitesi-Medeniyet Tasavvuru Okulu 2.sınıf öğrencisidir. Şiir, hikâye, film tahlili gibi yazıları çeşitli dergi ve dijital platformlarda yayınlanmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir