Niksar Yakınca Köyü’nde (Bideze) doğdum ve çocukluğum da bu köyde geçti. Ben yedi yaşımda tanıştım Ramazanla. İlk oruca başladığım o günlerde de Ramazan ayı bu günler gibi Şubat-Mart aylarıydı, sahura kalkardık ki sobalar yanmış olurdu, çünkü özellikle geceler çok soğuk olurdu.
Benim çocukluğumda Ramazan ayları hep bir bayram havası içinde geçerdi.
Ben geniş bir ailede yetiştim, dedem, ninem, annem ve babamın dışında beş tane de kardeşim vardı. Yani 10 kişilik geniş bir aileydik. Tabii 7-8 yaşlarındayken üç kardeşim vardı, daha sonraki yıllarda iki kardeşim daha oldu, toplam üç kız, üç erkek kardeştik.
Ramazan gecelerinde köylüyü sahura kaldırmak için davul çalınır ve ayrıca köyün imamı minareden selâ okurdu. Bizim evin önünde bulgur sokusu vardı, evin önünde o soku hala duruyor, o günlerde köyün davulcusu olarak Kemal’i vardı. Kemal’i bizim sokuya oturur bizim evin lambası yanana kadar davul çalar, türküler, maniler söylerdi.
İpsimara’lı ninem, annem davulun ya da selânın sesine uyanır sahur yemeği hazırlarlardı. Bizde yani köyümüzde klasik sahur yemeği şaşmaz pişiydi. Pişi hamuru akşamdan yoğurulur, sahura hazır olan mayalı hamurdur. Pişi; sacda pişirilir, bazlamanın daha incesi ve dikdörtgen şeklinde uzundur, yufkanın daha kalınıdır, yufka gibi yuvarlak değil yassıdır, bugünkü bir nevi lavaş ekmeğini andırıyor. Tereyağıyla yağlanır, kat kat sofraya konurdu, yanında mevsimine göre pekmez, turşu ve şerbet yapılır ona batırılarak yenirdi. Benim çocukluğumda pek çay içilmezdi, ancak misafir olursa çay yapılırdı. Ayrıca ayran, yoğurt da eksik olmazdı sofradan.
Pişi yapılmadığı zaman ya pilav ya da erişte yapılırdı, ben en çok erişteyi severdim, hâlâ da severim. Bazı gecelerde katmer de yapılırdı, katmer mayasız hamurdan yapılır, ramazanda mayasız hamur ağır geldiği için pek tercih edilmezdi. Bizim evde haftada bir ya da iki defa da tava pişisi yapılırdı ama çok yağlı olduğu için o da çok tercih edilmezdi.
Yemek hazır olunca annem bizi kaldırır ama bu çok kolay olmazdı, biz uykudan gözümüzü açamaz, biraz daha uyumak için direnirdik, yanımıza üç defa mı dört devamı gelir bilemiyorum, artık usanırdı anam” ister kalkın ister kalkmayın daha gelmeyeceğim” diyordu, bu son ihtarda mecburen kalkıyorduk. Dedem, babam sofraya oturmuş bizi beklerlerdi, biz de gelince yemeğe başlardık, biz çocuklar kaç pişi yiyeceğiz diye yarış kaçardık. Çünkü sabahleyin millet köy içinde bu gece kaç pişi yediğini övünerek anlatırdı. Çoğu atıyordu tabii; on pişi, on iki pişi yediğini söyleyenler oluyordu, biz susuyorduk zira iki pişiyi zor yiyorduk. Esasında yetişkin insanlar 6-7 pişi yiyebilirdi ama fazlası abartıydı.
Tabii ki ramazanda esas olay iftardı, ikindiden sonra evlerde iftar hazırlıklarına başlanırdı. Bizim yörede o günlerde sofralarda olmazsa olmaz mutlak çorba bulunurdu, diğer yemekler ailelerin durumuna göre değişirdi. İftarda çorbanın dışında mutlak iki ya da üç çeşit yemek daha bulunurdu.
İftardan bir saat önce millet köy içinde, caminin önünde imamın minareye çıkmasını beklerdi. Sigara tiryakileri bir elinde sigara diğer elinde çakmak sabırsızlıkla ezanı beklerdi. Sanki o günlerde babam ve dedem hariç köyde sigara içmeyen kimse yoktu. Köyümüzde tütün birinci sınıf geçim kaynağıydı, herkes tütün yapıyordu, belki de o yüzden herkes sigara içiyordu. Ezan okunur okunmaz tiryakiler sigaralarını tüttürüyor, biz de eve koşuyorduk.
İftar yapıldıktan sonra akşam namazları evde kılınıyor, teravih için erkenden camiye koşuyoruz. Biz çocuklar için ramazanın en büyük zevki teravih namazıydı elbette. Çünkü en çok teravih namazında eğleniyorduk. Dedemler en ön safta, babamlar orta safta biz çocuklar müezzin köşkünde kılıyoruz teravihi. Hoca vaaz veriyor, bazı akşamlar Molla Mustafa, (eski medrese mezunu hocalardan, dedemin amcasının oğludur) vaaz veriyor, ayrıca çok etkili dualar ediyordu. Ramazanı karşılamak ve uğurlamak işini Bekir Ağa’nın Hacı yapıyordu. Hacı ağabey Tokat merkezde okumuş, sesi çok güzel ve etkileyiciydi, onu dinlemeye can atardık. Camimizin fahri müezzini de Kara Mevlüt’tü. Ara sıra Tahsin ağabey de Kur’an okur müezzinlik yapardı, onun da sesi güzel, kıraati düzgündü.
Biz müezzin köşkünde, namazda gülerdik hep, birisinin hık demesini beklerdik, genelde sessiz gülerdik ama bazen kendimize hakim olamaz sesli gülerdik, bizim için teravih namazının en büyük zevki buydu. Selam verilince ya Kara Mevlüt ya da Nuri ağa geriye döner susun diye bağırırlardı bize, ama imam bizi hoş görürdü. “Siz aldırmayın onlara, her akşam teravihe gelin” diye tembih ederdi bize, cemaatten habersiz. Ramazanlar böyle çok neşeli geçerdi biz çocuklar için.
Nasıl geçtiğini anlamadan ramazanın, bir de bakardık bayram gelmiş. Günler öncesinden bayram hazırlıkları yapılırdı, pencerelerin camları silinir, evlerde köşe bucak, yatak yorgan temizlenir, bayramlıklar alınır ve heyecandan o gece sabah edemezdik. Arife gününden bir önceki güne buğday deriz; buğday günü çamaşır yıkanır, doğal olarak biz de yıkanırdık, böylece bayrama tertemiz hazır olurduk.
Bizde bayram çörekleri yapılır arife günü. Cevizli ya da afyonlu parmak çöreği ve keteler pişirilirdi fırınlarda. Bir de bayramın kaçınılmaz tatlısı un helvasıydı, un helvası ailenin maddi durumuna göre ya pekmezle, ya da şekerle yapılırdı.
Bayram sabahı; sabah namazına gidilir, imam sabah namazından bayram namazı vaktine kadar vaaz eder, bayram namazının gametini mutlaka Bekir Ağa yapardı. Bayram namazından sonra, caminin önünde imam en başta olmak üzere, yaş sırasına göre bütün köylü birbiriyle bayramlaşır ve imam caminin bahçesinde dua eder sonra herkes evlerine giderdi.
Bayram namazından sonra dedem Koca Hüseyin en az üç dört sofralık cemaatle gelirdi eve. Tabii bu süreç içerisinde yani sabah namazı ve bayram namazı aralığında, ninem, annem en az dört beş çeşit yemek hazırlarlardı misafirlere. Ayrıca tatlı ve helvalar daha önceden hazırlanırdı, bayram sofrasının olmazsa olmazı börekti tabii ki o günlerde. Her sofra için bir sini börek hazırlanırdı. Bu gelenek dedem Koca Hüseyin yaşadığı müddetçe sürdü bizim evde.
Erken çocukluğumdaki bayramlarda öğle yemeğini köylü toplu halde camide yiyordu, hava güzel olursa caminin bahçesinde yeniyordu. Her ev kendi bütçesine göre yemek hazırlıyor öğle namazında camiye getiriyordu. Bu yemeğin ana ağırlığı börekti. Bizim bölgede börek mayasız hamurdan kat kat açılarak, tereyağıyla bakır sinirlerde yapılır, o günlerin en prestijli yemeğiydi. Köylü toplu halde yemeği yediği gibi komşu köylerin fakir fukarası da gelirdi bu yemeğe, hatta artan yemekleri torbalarına doldurur evlerine götürürlerdi. Çok güzel bir gelenekti bu, sonradan bu gelenek kaldırıldı, neden kaldırıldığını da bilmiyorum.
Ülkeleri birbirinden ayıran özellikleri kültürleridir. Bazı geleneklerimiz çeşitli nedenlerden yok oldu ama elimizdekileri yaşatmak için çaba sarf etmeliyiz.
İhsan Gümüş
17.03.2024 Bostancı/Kadıköy