Edebiyat dünyamız ihmallerle, gafletlerle, nisyanlarla doludur. Çoğu zaman en yakınımızdaki insanların çalışmalarını göz ardı eder, kitaplarından bahsetmez, adlarını anmayız. Buna hakkımız var mı? Yok, yok amma gelin görün ki bu unutuşlar hep yaşanır durur. Kendi yaşadıklarımdan bir örnek vereyim. Türkiye genelinde tanınan, bilinen, okunan bir yazar büyüğümüz vardı. Çok tirajlı bir gazetede köşe yazarıydı. Çıkan kitaplarımı ona da imzalar verirdim. Bizim örfümüzde iltifat beklenmez, sadece hizmet edilir, sonra da susulur. Ben kitabımı imzalarken devamlı olarak bana, “Yahu geçen verdiğin kitaptan yine bahsetmeyi unuttum. Ama bundan mutlaka söz edeceğim.” derdi. Gelin görün ki yine unuturdu. İlk başta, gençliğin sevkiyle olsa gerek içerliyordum, sonra gamsızlığa vurdum, dert edinmez oldum. O her şeyden önce sevdiğim, saydığım bir ağabeyimdi. Elbette ben yine kendisini ziyaret edecek, yeni çıkan kitabımı takdim edecektim. Bu ihmaller zinciri bizim camiada çok yaşanıyor. Ama geç de olsa bir kısmı telafi edilmelidir. Zira insanlara teşekkür etmeyen Rabbine de şükretmez.
Geçen bir dost meclisine Bekir Tuncer Salihoğlu da katılmıştı. Bilirsiniz kitaplarında Salihoğlu mahlasını kullanır. Haziruna Yara isimli yeni hikâye kitabını büyük bir zarafet ve nezaketle takdim etti. Kendisi zaten vefa timsalidir. Mesela Osman Akkuşak merhuma en çok sahip çıkan, ihtiyaçlarını temin eden odur. O mekânda da düşündüm ve kendisine söyledim. Şimdi de burada yazıyorum. İhmallerimiz oluyor. Evet, kabul ediyorum hepimizin yükü ağır, gayreti var. Ama insan dost çevresine ara sıra nazar etmeli. Kim ne yapıyor, ne ediyor şöyle dönüp bakmalı. Meramımı bir nebze ifade etmişimdir sanırım. Bekir Tuncer Salihoğlu’ndan bahsedeceğim. Mademki “Bütün Dostluklar Yazılmalıdır” dedik. Öyleyse bu 15’nci hatıratta da aziz dostumuzdan bahsedelim. Kendisi hikâyecidir, tiyatroya emek vermiştir ve hepsinden önemlisi bir gönül dostudur.
Bekir Bey ile ilk defa nerede ne zaman tanıştık, görüştük. Tam gününü, vaktini ne yazık ki hatırlayamıyorum. Eh yaş kemale erdi, artık her tanışmanın tarihini hatırlayamıyorum. Ama zannediyorum Birlik Vakfı’ndaki kursumuzda ilk olarak mülaki olduk. Evveli de mümkündür, yani hepimizi buluşturan güzel kuruluş ESKADER’de. Tanıyanlar onu tevazuuyla hatırlar ama ben yine de hayat hikâyesinden kısaca söz edeyim. Zira bu tür yazılara daha sonra muhtelif vesilelerle bakılabiliyor. En azından biyografisi burada yer alsın istiyorum.
KONYA YÂRÂNINDAN
Bekir Tuncer Salihoğlu, Konya Ereğli Kutören kasabasında doğdu. İlkokulu Ereğli’de okudu. 1970-1977’de Bolvadin İmam Hatip Lisesi’ni bitirdi. Lise sıralarında, 1976’da Bolvadin Hakikat gazetesinde “Tokmak” köşesini Salihoğlu imzasıyla yazdı. Kadir Çalışkan’ın yazıp yönettiği, Hazreti İbrahim piyesinde Hazreti İsmail’i oynadı. Millî Gazete, Çatı, İslami Hareket, Şûra, Şehadet, Girişim, Diyanet, Kırtasiye-Ofis dergilerinde yazıları yayınlandı. “Gençlik Buhranı” makale yarışmasında Konya’da ikinciliği, Hicret dergisi makale yarışmasında Türkiye çapında dereceyi aldı. Fakültede “Kültür Edebiyat Kolu Başkanlığı,” Konya MTTB’de “Tiyatro Müdürlüğü”, “İslami Değerleri Tanıtma Derneğinde” İkinci Başkanlık görevini yürüttü. Konya’da 1979’da yazmış olduğu “Buhran” adlı Tiyatro eserini üniversiteli arkadaşlarını çalıştırarak yönetmiş ve bir vakıf kuruluşu adına sahnelemiştir.
Bekir Tuncer Salihoğlu, öğrenciliğinin yanı sıra 1977-1981 arasında Diyanet bünyesinde görev yaptı. Konya Selçuk Üniversitesi’nden 1981’de mezun oldu. Konya’da yayımlanan Türkiye’de Yarın gazetesinde haftalık yazılar yazdı. Ayrıca “Gençlik ve Sanat–Edebiyat” sayfasını yönetti. 1981’de Ramazan Atılgan’ın “Vatan Uğruna (Höyük)”eserinin başrolünü üstlendi ve yönetti. Oyun, fakülte adına sahnelendi. 1987 yılında yönetici olarak bir grup hacıyı Mekke’ye götürdü ve hac farizasını ifa etti. 1982-1988 tarihleri arasına Bayrampaşa İnönü Endüstri Meslek Lisesi’nde öğretmenlik yaptı, Sağmalcılar Cezaevi’nde mahkûmlara dersler verdi. Askerliğini tamamladıktan sonra ticarete atıldı.
Çok çeşitli sahalarda çalışan sanatçımız, İstanbul’da yayın yapan bir radyoda “Yolcu” mahlasıyla programlar yaptı. Hikâyeleri, Marmara’ya yayın yapan bir radyoda; “Elma Şekeri” adıyla çocuklara; Türk müziği eserleri eşliğinde “Gün Batımı” adlı programda büyüklere okundu. 2004-2007’de İstanbul Ticaret Odası 65. Grup Kâğıt-Kırtasiye bölümünde yöneticilik yaptı. 2007’de komşu işyerinden çıkan elim bir kaza neticesinde sahibi olduğu işyeri tamamen yandı. Ticarete sıfırdan tekrar devam etti. Halen Kırtasiye ve Matbaacılık sektöründe hizmet veriyor.
Bunca işi yapan aziz dostumuza önce “Maşallah” diyelim. Evlidir. Anadolu Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi, Fırat Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi’nde okumakta olan beş çocuk babasıdır.
Bekir Bey, ESKADER (Edebiyat, Sanat, Kültür Araştırmaları Derneği) ve İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) İstanbul şubesi yönetimlerinde görev aldı. Aynı zamanda TYB üyesidir. Hikâye ve yazıları Dil ve Edebiyat gibi aylık dergilerde, Sanat Âlemi, Bizimsemaver, medeniyetimiz gibi internet edebiyat sitelerinde yayımlandı. Muhtelif dernek ve vakıflarda konuşmacı olarak sohbetlerde bulundu.
BİZİMSEMAVER’İN “YARI İSİM BABASI”
Bizimsemaver.com sitemizin kuruluş hikâyesini 25 Mart 2013 tarihinde kaleme aldığı yazıda anlatmıştı. Başlığı “İsim Babası”… Daha dünmüş gibi hatırlıyorum o günü. Yazı, Editörlük ve Medya Kursu’muza devam eden öğrencilerle Birlik Vakfı’nda bir odada toplanmışız. Bir site kuruyoruz ve hepimiz çok heyecanlıyız. Önce isminde anlaşmamız gerekiyor tabii. Herkes heybesindeki isimleri ortaya döküyor. En uygun olanını seçmeye çalışıyoruz. Bekir Bey, “İsmi ‘Bizim’ olsun.” diyor. Güzel de yalnız eksik gibi. Az sonra bir başka arkadaşımız Serdar Üstündağ ise “Semaver olsun.” diyor. Öne bu iki isim çıkıyor, karar verilecektir artık. Kursiyerlerin ağabeyleri olan Bekir ve Serdar Beylerin tekliflerini birleştirdim. “O zaman adı ‘Bizim Semaver’ olsun.” dedim. Oy birliğiyle kabul edildi. Böylece Bekir Bey, sitemizin “yarı isim babası” oldu. Tabii diğer yarısı da Serdar Beye nasip oldu. Her iki arkadaşımızın isteği de yerine gelmiş, biz de hoş bir isme kavuşmuştuk. O gün bugündür sitemiz şükürler olsun yayında. Birçok arkadaşımızın bu sitede emeği geçti. Alın teri döktüler, yazı yazdılar. Şimdi Mücahit Kocabaş’ın Yayın Yönetmeni olduğu Bizim Semaver’in Teknik Müdürü de Yakup Tutum. Ve site yeni yüzüyle de çok beğeniliyor.
HER KİTAP YENİ BİR UMUT
Her kitap yeni bir umut, yeni bir ufuktur. Sözdür, düşüncedir, kanaattir, tekliftir. İnsanlara bir fırsat, hayat hakkında bir iddiadır. Bekir Tuncer Salihoğlu’nun yayımlanmış beş kitabı bulunuyor: Çakı Çakmak Ayna Tarak, Bizim Kral, İkindi Çayı, Beyaz Gelincik, Yara. Tabii tezgâhta henüz dokunan başka çalışmalar da vardır.
Çakı Çakmak Ayna Tarak’ta insana ve hayata dair iyi hikâyeler var. Metne rahat bir üslûp, samimi bir eda hâkim. Kitapta şu hikâyeler dikkat çekiyor: “Kurusıkı”, “Kamber”, “Bu Otobüs Cennete Gider”, “İspirtocu”, “Aziz Yolculuk”, “Trendeki Nine”, “Meczup”, “Kanamalı Hasta”… Bütün hikâyeler hoş, tatlı, içten ve bir solukta okunuveriyor. Bir aydın özeleştirisi özelliği taşıyan “Aydın Tepeden Bakar” isimli hikâye ise eleştirel yönü güçlü bir mizahi bir metin. Yazar, sadece güldürmekle kalmıyor, okuyucusunu düşündürüyor da. Doğrusu benim Sefertası kitabımda yer alan “Bir Yazarın İmza Günü Sendromu”nu hatırladım bu hikâyeyi okurken. Orda da nevzuhur bir yazarın başından geçenleri anlatıyorum. Bekir Tuncer iyi bir yazar, kalemi giderek durulaşıyor ve güzelleşiyor. Mizah gücü yüksek. Toplumda aksayan yönleri inceden inceye sorgulayan bir kalem erbabı. Anadolu insanının dilini iyi biliyor, bir halk adamı. Bir bakıma yaşadıklarını anlatıyor. Sırlı Hikâyeler de benzer tatları almak mümkün. Kültür sanat dünyamızın sevilen bu çelebi ismidir Bekir Tuncer Salihoğlu. Hayatın içinden aldığı yaşanmışlıkları, sahih gözlemlerle ve sağlam intibalarla hikâyeleştirmeye devam ediyor. Bütün kitapları, Reçete Yayınları arasında çıkıyor. Azimle, gayretle ve bıkıp usanmadan şevkle yazmaya devam eden aziz dostumuza edebiyat yolunda ve yazı hayatında nice hayırlı muvaffakiyetler, geniş ufuklar ve hayırlı kitaplar diliyorum.
OSMAN AKKUŞAK’TAN DEĞERLENDİRME
Bekir Tuncer Salihoğlu’nun hikâyelerini okuyup bu metinler hakkında yazı yazanların başında merhum Osman Akkuşak ağabeyimiz geliyor. Önemli tahlil, tespit ve teklifleri var edibimizin. Edebiyat dünyamızın ve Bâbıâli’nin “Osman Amca”sı, 22 Aralık 2014 tarihli Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde özetle şöyle diyordu:
“Bekir Tuncer Salihoğlu’nun hikâyeleri, hayatımızdan kesitler veriyor.. İnsan yaşantısındaki güzel tezahürleri, iyi huylarına ait alâmetleri dile getiriyor.. Gördüklerini tasvir ederken kullandığı dil, tabiî, rahat ve güçlü bir dil.. Halk tabirleriyle, ifade kuvveti yüksek deyişlerle, insanlar ve olaylar karşısında duyduğumuz hisleri canlı bir şekilde anlatmaktadır..
İnsan tiplerini ve maceralarını anlatırken sizi sürükleyip götürüyor.. Haz duyuyorsunuz.. Bazen üzülüyor.. Bazen zevk alıyor.. Takdir ediyorsunuz.. Resmettiği insanları seviyorsunuz.. İçinde hayatımızdan sahneler var.. Sürprizli, sevimli, akıcı bir üslupla anlatılan vak’alar ve insanlar var.. Ele aldığı tipler size yabancı değil.. onları etrafınızda, mahallenizde, komşular arasında daima görebilirsiniz.. Bizim insanlarımız.. Kimisi çalışkan.. Kimisi dertli.. Kimisi ihmâlkâr, kimisi evhamlı, kimisi de atak.. Bazısı iyiliğin ve dürüstlüğü timsali.. Kaderi güzel ve kadersiz birçok insan.. okudukça bu insanlar ilginizi çekiyor.. Hikâye nasıl bitecek diye merak ediyorsunuz…
Bekir Tuncer Salihoğlu; halk Türkçesini rahat kullanıyor.. Kelimeleri, cümleleri yerinde kullanıyor.. Yaptığı, yazdığı yaşayan Türkçedir.. Hülasa edecek olursak, hikâyecinin başarısı güçlü gözlemlerinden.. Hassas ruhundan.. insan sevgisinden ve de dilinin güzelliğinden.. İyi ile kötüyü ayırt etmesinden ileri geliyor..
Hikâyeler okuyanı hemen etkisi altına alıyor.. Hikâyeyi de hikâyedekileri de seviyorsunuz.. Âdeta siz de onlarla beraber aynı hayatı yaşıyorsunuz..”
RECEP SEYHAN’IN BAKIŞI
Günümüzün iyi hikâyecilerinden Recep Seyhan da değerlendirmesinde Salihoğlu’nun hikâyelerine dikkatle ve rikkatle bakıyor:
“Kemalettin Tuğcu çocuk edebiyatında; okuyan, daha sonra eli kalem tutan hemen herkeste emeği olan bir değerdir. Kendisinden sonra uzun süre o alanda boşluk oldu. Bu boşluğu yıllar sonra Bekir Tuncer Salihoğlu’nun doldurduğunu düşünüyorum. Salihoğlu’nun eserleri Tuğcu’dan farklı olarak sadece çocuklara yönelik değil gençleri de muhatap alan bir kuşatıcılığa sahip. Geleneksel anlatı damarlarından beslenen bu hikâyelerin; bütün zamanlarda yaşaması gereken hayırhahlığın, fütüvvetin, iyiliğin ve hikmetin hikâyeleri olarak geleceğe kalacağını söyleyebiliriz. Tiyatro diline de oldukça eğilimli olan Salihoğlu’nun hikâyelerindeki olay örgüsü; sokağın, “küçük” insanların hayatındaki ince ayrıntıların çocuk psikolojisi ile dokunduğu çoklu terkipten oluşuyor. Modern hikâyenin verilerini geleneksel olana ustalıkla aktaran yazar, her hikâyede bizi gençlerle farklı yolculuklara çıkarıyor.”
SADETTİN KAPLAN NE DEMİŞTİ?
İyi ile kötüyü ayırt etmekte mükemmel bir sarraf olan merhum Sadettin Kaplan da yazarımız hakkında şu notları düşmüştü: “Bekir Tuncer Salihoğlu denince, evvel emirde aklıma engin bir tevazu gelir. Bu onun en önemli hasleti… Aslında onurlu bir insanda olması gereken bu haslet, birçok hasleti de özünde barındırır. Çünkü tevazu; reddedilmeyi, kırılmayı, rencide edilmeyi ve mahcup olmayı önleyen bir zırhtır. Siz bakmayın aşırısının gerçek sanılacağını söyleyenlere. Güzelliklerin ve iyiliklerin fazlasından da zarar gelmez…
Bekir Tuncer, bu engin tevazuu içinde; eksilmeyen tebessüm, hoşgörü, saygı ve sevgiyi de eriterek, ruhuna bir kadife kaftan olarak giydirmiştir… Bekir Tuncer denince; bu güzel hasletleri özünde toplayan değerli bir dost ve sevgiyle kadifeleşmiş merhametli bir yüreğin sımsıcak duygularıyla kaleme alınmış hikâyeleri akla gelir…
Çok fazla konuşmayan, duygularını daha çok gözlerindeki dost bakış ve gülümsemesiyle ortaya koyan Bekir kardeşimiz, hikâyelerini de kısa tutmayı yeğleyen bir yazardır… Kısa hikâye de, şiir kadar zor olan bir türdür.
Bekir Tuncer Salihoğlu, az sözle çok şeyler anlatır bu kısa hikâyelerinde… Hikâyelerinin kahramanları da bizlerden biridir zaten. Onlarla üzülür, onlarla seviniriz… Acıları da bir başka verir Bekir Tuncer. Onun hikâyelerinde acılar bile hüzünlü bir tebessümdür. Tıpkı yazarının, anlamını ele vermeyen tebessümü gibi…”
Tabii başka yazarların da yazıları da bulunuyor.
EVLAT ACISINA TEVEKKÜL
Bekir Tuncer Salihoğlu evlat acısı yaşamış kederli bir baba. Ama itiraz etmeyen, aksine tevekkül zırhına bürünen ideal bir Müslüman. 2020 yılında oğlu Hasan Kenan Tuncer’in müessif bir kazada vefatı elbette hem kendisinde hem de ailede bir kedere yol açmış ancak isyana sevk etmemiştir. Ailenin bütün fertleri bir mümin olgunluğu ile bu acıyı içlerine gömmüşlerdir. Merhum evlatlarıyla kevser cennetinde buluşmayı ümit ederek… Bu vesile Hasan Kenan kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum. Bekir Bey, 30 Eylül 2020 tarihinde sosyal medya hesabında şu duyuruyu yapmıştı: “Oğlum Hasan Kenan Tuncer’in cenaze namazı, 1 Ekim 2020 Perşembe günü Konya Işıklar Mahallesi Uğurlu (Kılıçarslan) Camii’nde ikindi namazına müteakip kılınacak, Musalla mezarlığında ebedi istirahatgâhına defnedilecektir. Dua, helallik ve Fatihalarınız için teşekkür ederiz.”
Bu arada genç yaşta ebedî âleme doğru yola çıkan kardeşimizin amel defterinin açık olması gayesiyle merhumun defnedildiği Konya Ereğli’ye bağlı Kutören köyünde “Hasan Kenan Tuncer Kütüphanesi” kuruldu. İnşallah bu kütüphaneden istifade eden çocukların, gençlerin ve yetişkinlerin halis duaları ve okuyacakları Fatihalar, kardeşimizin aziz ruhuna ulaşacaktır.
MİZAHİ HİKÂYELERİ
Salihoğlu gerçekçidir; hayatın acı tatlı taraflarını hikâyelerine konu olarak seçer. Yüzlerde tebessüm çiçekleri açtıran bu hikâyeler bizi farklı dünyalara alıp götürür. Onlardan biri “Nasıl Yazar Oldum?” başlıklı mizahi hikâyesidir. Bulup okumanızı tavsiye ederim.
AĞABEYİ NECATİ TUNCER
Yazıyı fazla uzatmadan iki hususa işaret etmek isterim. Bekir Beyin yazı hayatı, sahne hayatını arka planda bırakmış görünüyor. Bir ara bir iki mekânda yaptığı roller çok gerçekçiydi. Keşke İsmail Yeşilbağ ve diğer tiyatro sanatçıları dostlarla daha sık görüşseler ve millî tiyatroya yazarımızın katkıları olsa. İkinci husus ise yıllarca Milli Gazete’de “Değmesin Yağlı Boya” serlevhasıyla mizahi yazılar yazan Necati Tuncer’in Bekir Bey dostumuzun kardeşi olduğunu doğrusu ben de bilmiyordum. Öğrenince sevindim. Necati Bey’i Fatih’te düzenlediğimiz bir toplantıya davet etmiş, tatlı sohbetini dinlemiştik. Necati Bey’le yan yana fotoğraflarına bakınca hakikaten çok benzeştiklerini gördüm. İkisine de aileleriyle birlikte sağlıklı, bereketli, huzurlu, hayırlı ve kitaplı güzel ömürler diliyorum.