Bilinmeyen Ama Haberdar Olunan Bir Dert

“Mesela rüya görmekten vazgeçtiğim günü hatırlıyorum. O karar için de kendimi esefle kınıyorum.”

Açıkçası ne yazacağımı bilmiyorum. Tek bildiğim, daha dün gece tekrar kulağıma değdi bu; bir davamın olması gerektiği.

Derdim var mı? Varsa nedir bu dert? Çözümü var mı bu derdin? Ya dermanı? Bu derdin dermanını bulmak istiyor muyum? Çözmek istiyor muyum sorunu? Çözmeye gücüm var mı? Dert dediğim gerçekten “dert” mi? Yoksa benim şımarıklığım, beceriksizliğim, altında ezildiğim heveslerim ya da bana yakıştırılıp da benim kendi üzerime oturtamadıklarım mı? Bu “dert”, hakikaten var mı?

Bir nefeste bin tane sorun sayabilirdim eskiden. Şimdi pek uzun değil listem. Dertlerim mi azaldı yoksa hayal kurma becerim ve heveslerim tükendikçe, her hevesimden ayrı şiddette tokatlanınca vaz mı geçtim o binlik listeyi tutmaktan? Hayat, yaşlandıkça gençliğimle beraber sahip olduğum tek mülkümü de alıp götürdü mü yani? Hayal kurmak mülkümü… Rüya görmek servetimi…

Mesela rüya görmekten vazgeçtiğim günü hatırlıyorum. O karar için de kendimi esefle kınıyorum. Ama sebeplerim vardı vazgeçmek için. Gerçekleşmeyen hayallerin kırıklığı yormuştu. Benim beklediğim anda gerçekleşmemeleri yormuştu. Gerçekleşince olacağını sandıklarımın çok da matah olmamaları yormuştu. Doğru dürüst hayal kuramamak yormuştu. Gündüz niyetine diye hayra yorduklarımın hakikate uzaklıkları yormuştu. Hep bir zamanlama sorunum vardı; o da yormuştu. Zamanın ruhu denilen o “şey”i, eğer görüp yaşadığımsa, beğenmemekten mütevellit gerisinde kalmak yormuştu.

“Zannetmek”ten bezmiştim. O, benim indimde benim zannım gibiymiş, öyle diyor; (1) zannetmekten yorgundum. Gerçek tokatlayınca ağlayarak zanlarıma koşmaktan, sığındığım yalan dünyadan yorulunca tekrar tokatlanmaya koşmaktan da yorulmuştum.

Anlayacağınız tam bir kulum ben; şikâyetçi, hevesli, günahkâr, sevap işler, tembel, meraklı ki o cennetime mal oldu, talepkâr ve korkak, cesaretli ama mütereddid… Sayayım mı daha? Ne varsa yaratılmış, hepsinden biraz işte… Süleyman’la İdris de var bende. Emin olmak isteyen İbrahim de parçalanıp İbrahim’e koşan o kuşlar da benim.

Sahi, ölüler diriliyormuş, beni de bir kez daha diriltir misin?

Nereden geldim buraya? Bir derdim var mı diye soruyordum ki İbrahim’e alışık kuşlardan bahseder buldum kendimi.
Yorgunum evet. Ne zaman patlayacağı belli olmayan, yer yer sarsılan, emniyetime sadakatimden, vasata rızamdan dolayı susturduğum bir volkan da var, evet. Yorgunum evet. Ama İbrahim’e alışık o parçalanmış kuşlar yine İbrahim’e koşsun istiyorum. Bu arada kuşlar neden koşuyor da uçmuyor onu da anlamadım.

Bir derdim var evet, anlıyorum. Susturuyorum ama o durmuyor; fısıldıyor: “Dirilmek istiyorum.”

(1) “Ben kulumun bana olan zannı üzereyim. O beni zikrettiği (andığı, hatırladığı) zaman onunla beraberim Kudsi Hadisine atıf.

Ahsen Balin