Kaç gündür buradayım bilmiyorum ama ışıktan kamaşan gözlerimi hemen açamadım ilkin. Annemin, babamın seslerini duyar gibi oluyorum. Benim dünyaya gelişime çok seviniyorlar. Annem ikide bir “Elhamdülillah” diyor. Babam da ona eşlik ediyor: “Şükran Rabbim… Şükran…” Ablam ve ağabeyim de geliyorlar beni görmeye. Bana uzaktan el sallıyorlar, sonra yanıma yanaşıyorlar. Galiba beni çok seviyorlar. Eh ne de olsa ben de aileye yeni katılan biriyim. Adımı sormayın sakın. Çünkü ben de bilmiyorum. Kulağıma ezan okudu babam ancak daha adımı koymaya fırsat bulamadı annemle. Bana şimdilik “Gazzeli bebek” diyebilirsiniz.
Ben Kuvözdeki bebek… Şifa Hastanesi’nin “Yeni Doğan” bölümündeyim. Daha dündü dünya ile tanışmamız. Henüz yeni doğdum. Diğer yeni doğan kardeşlerimle birlikte bizi dış etkilerden korunalım diye bu kapalı plastik kutulara sıra sıra yerleştirdiler. Oksijene bağlı, sıcak, kapalı, korunaklı ve şeffaf kutular içindeyiz. Ara sıra biz taze bebekler, birbirimize bakıp gülüyor, el sallıyoruz.
Hastanede dün sakin ve sessiz bir ortam vardı. Her taraf huzur içindeydi. Ama bu sabahtan beri olağanüstü bir hâl seziyorum. Herkes tedirgin. İnsanlar sağa sola koşturuyor, gürültü sesleri geliyor. Telaşla ve hızlıca yürüyenler… Annem ve babam da çok endişeli. Ben hiçbir şeyden haberdar olmadığım için kuvözümde rahatım, keyfim iyi.
Sesler, gürültüler giderek artıyor. Bir ara ses o kadar yüksek geldi ki korktum doğrusu. Ne oluyor, nerden geliyor bu gürültüler? Duvarlar mı yıkılıyor ne? İnsanlar niçin çığlık atıyor durmadan. Annem ikide bir gelip beni niçin telaşla kontrol ediyor? Yerimde duruyor muyum diye bakıyor herhâlde. İstesem de ben bir yere gidemem ki… Hem zaten nasıl gidebilirim? Daha minik odacığımdan çıkamadım. Yürümeyi, bilmem, adım atmasını da… Bugün babam gelmedi. Annemin gözyaşları dinmiyor. Ne oldu acaba babama? Yoksa hasta mı? Uzaktan karanlık, boğucu sesler, gürültüler geliyor üstümüze. Vahşi canavarlar yaklaşıyor sanki yanımıza…
Doktor amcalar ve hemşire teyzeler beni bir an bile yalnız bırakmıyor. Etrafımda âdeta pervane gibiler… Oksijen kutuma bakıyor, kabloları düzeltiyor, hareketlerimi kontrol ediyorlar. Ben iyiyim de onların bu tedirginliğini anlayamıyorum. Yalnız dünkü sessizlik ve huzur yok sanki etrafta. Koridorlarda sürekli bir koşuşturma, devamlı gürültü hâli ve bazen yükselen feryatlar… Ağlayanlar, bağıranlar, çığlık atanlar, inleyenler… Neler oluyor?
Artık ağabeyim ve ablam da yanıma gelmiyorlar. Niçin? Yoksa bana küstüler mi? Hâlbuki ben onları o kadar çok seviyorum ki… Gözümü açıp, eve gitmek, onlarla konuşmak isterim. Ama buna mecalim yok. Zira ben daha yeni doğmuş bir bebeğim ve benim bir süre bu kapalı yerde doktorların nezaretinde durmam gerekiyormuş. Ne yapalım kader, bu günler de gelip geçer deyip sabırla bekliyorum.
Diğer bebeklerle birlikte ara sıra sessizliği ağlamalarımızla dağıtıyoruz. Biz de olmasak hayatın emaresi görünmeyecek neredeyse. Bu derinden ağlayış sesleri nereden geliyor? Ya bu derin sessizlikler… Bilemiyorum. Anlaşılan işler yolunda tam gitmiyor.
Ben Gazze’li bebek… Galiba iyi günlerde dünyaya gelmedim. Baksanıza ilk günkü yüzler yok etrafımda… Gülücük dağıtan abimi ve ablamı, tebessümle bana bakan anne ve babamı etrafımda göremiyorum. Ne oldu onlara? Yoksa hepsi beni bırakıp gittiler mi? En son bir doktor hanım ve hemşire geldiler yanıma. Üzüntüleri yüzlerinden anlaşılıyor. Bana derin endişelerle bakıyorlar. Ne oluyor?
Beş bebektik. İkisinin sesleri duyulmuyor artık. Ne oldular, niçin arada bir o neşeli koromuza eşlik etmiyorlar? Yoksa uyudular mı? Sadece sağımdaki ve solumdaki bebeklerle bakışıyor, söyleşiyoruz. Onların da çevrelerinde kimsecikler kalmadı. Galiba üçümüzü burada unutup gittiler.
Komşu bebeklerin de sesleri kesildi şimdi. Şu koca hastanede yalnız ben mi kaldım. Niçin beni apansız yalnızlığa ittiler? Benim suçum, kabahatim neydi? Artık şu fani dünyada ben tek başıma nasıl yaşayabilirim, nasıl nefes alıp verebilirim ki?
Karşımda kanatlı, beyaz bir varlık görüyorum. Bana bakıp duruyor. Gözlerinde yaş mı ne var? Niçin beni kederle, hüzünle, üzüntüyle süzüyor? Ben “el bebek gül bebek” iken niçin böyle acınacak bir hâle geldim? Acaba müminler, bize dua ediyor mu?
Korkunç sesler yaklaşıyor. Sağımdaki ve solumdaki duvarlar da yıkıldı. Etrafta gri bir toz bulutu… Galiba ben de ayrılacağım buradan. Beni almaya gelenle bakışıyoruz. “Üç günlük fani dünya” demiş insanlar buraya. Ama ben daha üç günümü bile doldurmadım ki!.. Daha dün doğdum, bugün kızılca kıyamet… Ne oldu, kimler bize kıydı? Annem, babam, abim ve ablam neredeler? O vefalı doktor hanım ve hemşire, niçin bir daha hiç uğramadılar.
Galiba gidiş vaktidir… Hiçbir şey anlamadım bu dünya hayatından… Dün bir, bugün iki… Kimler istemedi beni, hem niçin? Ben onlara ne yaptım ki… Hâlbuki ne güzel düşler kuruyordum kendimce. Bu kuvözden çıkacak, ailemle birlikte evimize gidecektik güya. Orada anneme, babama, abime ve ablama sevinç ve neşe kaynağı olacaktım. Bana baktıkça, ağlayışımı duydukça, gülüşümü seyrettikçe neşe dolacaklardı hepsi de. Sonra komşular, akrabalar gelecekti kutlamaya… Hediyelerini getireceklerdi. Ama olmadı işte. Hastanedeki bütün bebekler, nefes almayı bırakıp göç ettiler buradan.
Kimsesiz, yalnız, yapayalnız kalıverdim şu gök kubbenin altında. Üstüme duvarlar çöküyor sanki… İçeriye giren beyaz melek elini uzatıyor bana. Beni kuvözden alıp kanatlarının üstüne yerleştiriyor. Birlikte uçuyor, gökyüzüne doğru süzülüyoruz. Biz “atta”ya gidiyoruz artık. Siz dünyanızla baş başa kalın insanlar! Görüşürüz anne, kavuşuruz baba, buluşuruz abi, abla…
Ben kuvözdeki Gazzeli Bebek… Adımı bile koymamışlardı henüz. Oysa ne hayaller kurmuştum kendimce… Ne düşler görmüştüm üst üste… Olmadı, olamadı… Acımasız zalimler, kıydılar bize. Hem de dünyanın gözü önünde… Benim yeryüzündeki iki günlük hikâyem işte bu kadar… Kalın sağlıcakla… İyilikle, esenlikle, hayırla kalın. Son isteğim şu: Beni unutmayın lütfen, hiç unutmayın…
(7 Aralık 2023, Perşembe, saat 16.00)
- Sil Baştan Doğarım - Eylül 28, 2024
- Yazı, Editörlük ve Medya Kursu TEDEV’de Başlıyor - Eylül 28, 2024
- Geçmişin İzlerinde Yürüyenler - Eylül 16, 2024
- Şıpsevdi - Eylül 13, 2024
- Sermestçe - Eylül 1, 2024
- Tunca’dan Tuna’ya - Ağustos 27, 2024
- Ağaçların Gölgesinde - Temmuz 25, 2024
- Bilesin - Temmuz 22, 2024
- Kavgam - Temmuz 20, 2024
- Üsküp - Temmuz 20, 2024
- Dini Yaşarken Tebliğ ve Tenkid - Temmuz 10, 2024
- Bilmiyorum - Temmuz 10, 2024
- Yûsuf’un Rüyasını Yeniden Görmek - Temmuz 6, 2024
- Fahrettin Gün’le Eğitim ve Gençlik Üzerine - Haziran 26, 2024
- Desinler - Haziran 12, 2024
- Bir Gönül İnsanı Bekir Tuncer Salihoğlu - Haziran 10, 2024
- Paris’in Arka Yüzü - Haziran 10, 2024
- ESKADER Genel Kurulu Yapıldı - Mayıs 30, 2024
- ESKADER Genel Kurulu İlanı - Mayıs 27, 2024
- YAZI, EDİTÖRLÜK VE MEDYA KURSU’NUN MEZUNİYET TÖRENİ - Mayıs 24, 2024
- Zeliha Ergün ile Mülakat - Mayıs 24, 2024
- Anlatsanıza Bakayım Nasıl Bir Gemiymiş Bu? - Mart 23, 2024
- Ramazan-ı Şerif Geliyor Hazır mısınız? - Mart 10, 2024
- Yalnızlık - Mart 6, 2024
- Gerçek Bir Münevver Alev Alatlı - Şubat 12, 2024
- Genç Bir Yıldız Adayı Mete Gök - Şubat 6, 2024
- Düştüm Gerçeğine - Şubat 6, 2024
- Dedem Koca Hüseyin - Şubat 6, 2024
- Sevgili Eşim’e - Şubat 1, 2024
- Ferit Ragıp Tuncor’un Edebî Hizmetleri - Ocak 26, 2024
- Bir Mektup Olup - Ocak 26, 2024
- Gazzeli Çocuklar - Ocak 5, 2024
- En Baştan Yazacağım - Ocak 5, 2024
- Ben Kuvözdeki Bebek - Aralık 17, 2023
- Gönül’e - Aralık 17, 2023
- Dost Gözünde Buğudur - Aralık 17, 2023
- Kim Bu Gelen - Kasım 30, 2023
- Geç Değil - Kasım 30, 2023