Aziz İstanbul

“Kitaptan bana akseden şudur ki; medeniyetin süreği, verilen emeğin, imarın, şehir insanına sinen bilincin nesle aktarılması ile oluşan kültür asıl fetihtir.”

 

“Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”

Aziz İstanbul şiiri ve aynı isimle müsemma Yahya Kemal eseri Aziz İstanbul.

Biz söylemiyoruz! Türk tarihçilerimiz, yazarlarımız şu belgede bize şöyle aktarmış dersek belki inanmazsınız bu sebeple Bizans, Frenk, Roma diplomatlarından, tarihçilerinden nakille; üç yüzlü yıllardan 1453’e, bu dönem içerisinde 57 yıllık Latin istilasının etkilerini ve tahribatını ve fetih sonrası Türk kültür, imar ve medeniyetinin fethi nasıl tamam ettiğini semt semt yaşatan, anlatan eserde; 1215 senelik Bizans tarihinde sahne arkasında; gözü pek Peçenekleri, Kumanları, Oğuz, Vardar Türklerinin nasıl rol aldıklarını görüyoruz. Ve bundan yetmiş beş yıl öncesinde yazarımızı dertlendiren: “Yapıyoruz, korumuyoruz, yazmıyoruz, sabitlemiyoruz, nesillerde mühürlemiyoruz eserlerimizi”, kısaca kendi kıymetlerimizin kıymetini bilmiyoruz yakarışını hissediyoruz.

Bizans diplomatlarından Phrantzes 29 Mayıs sabahı İstanbul’dan ayrılıyor,
İtalya’ya gidip anılarını kaleme alıyor. Bizans’a hükmeden Paleologos Hanedan’ını, Osmanlı hanedanlarından İkinci Murad’ı, Fatih’i, saray protokolünü, Kayser Konstantin’in ölümünü anlatıyor.

Hepimizin bir kaderi var, şehirlerinde.  İstanbul’un Osmanlı Türkleri tarafından muhasarası beş defadır. İki defa Yıldırım, bir defa Musa Çelebi, bir defa İkinci Murad şehri kuşatmıştır. 1453’te İstanbul surları önüne gelen orduda İkinci Kosava, Varna Savaşı, Niğbolu muzafferiyetine katılmış, şahit olmuş neferlerin bulunması muhtemeldir. Ancak öncesi de var, İstanbul’un kaderinde 669’un, 1071’in, 1329’un izleri var.

Fatih 21 yaşında. Peygamberinin bir sözünün müjdesini kalbinde hissetmiş asker; binlerce top, yetmiş iki gemiden oluşan bembeyaz bir donanma ile tarihin kapılarını aralıyor. Elli yedi gün süren kuşatmada Zağanos Paşa’nın Eğri Kapı ve Haliç kulelerinde mücadelesini ve Akşemsettin’in; “Ya Müfettihal ebvab” (Kapıları açan Allah’ım) bize fethi nasip et duasını, anlatırken yaşatan eser, kaybolmaya meyyal kelimelerle dimağlarımıza merhem oluyor. “Agah oldum/ dem beste/ mutantan/ kaziyye nedir siz bilir misiniz?” diyor. Türkçemiz, İstanbul’un fethi ile daha bir şekil aldı diye not düşüyor yazar. Her sayfada unutulayazmış en az dört beş kelime var. Düşünmeden edemiyorum, şu an konuştuğumuz Türkçeyi Yahya Kemal nasıl bulurdu?

Kitaptan bana akseden şudur ki; medeniyetin süreği, verilen emeğin, imarın, şehir insanına sinen bilincin nesle aktarılması ile oluşan kültür asıl fetihtir. 29 Mayıstan sonra süregelen yüzlerce fetih vardır. Şehrin ruhunu yansıtan camiler, imaret, şifahane ve tabhaneler fethin nişaneleridir. Bu izler silinmeye yüz tutunca elde kalan şehir değil harap olmuş bir köydür ve Konstantinopolis buna örnektir. Millî şuura sahip kitleler döndürür devranı. Hz. Muhammed’in 622 yılında hicreti sonrası Eyüp el-Ensari’nin 669 yılında İstanbul’a gelişi, topraklarımızda canını teslim eden her şehidin ruhu, ezanlı semtlerin nidası; huzurun, emniyetin gölgesidir. Bunlar, millî şuurun vazgeçilmez parçasıdır. Unutan, gezip dolaşan her insanın; döneceği, tutunacağı kurtuluş kalkanlarıdır. Şehitlikte bir taşa elimle dokundum der yazar ve ekler: “Sallanıyordu. Bu taş da diğerleri gibi birkaç sene sonra kaybolacak. Ya sert bir rüzgârın ya hain bir elin itmesi ile sonunu bekliyor. Keşke şehitlerin taşları dursa da biz faniler fenayâb (yok) olsak, daha iyi olurdu. Çünkü o taşlar Türk nesillerine bizden daha fazla hayat verebilir.”

Öyle bir zaman ki İstanbul medeniyetin mıknatısı. Fetih ve sonrasında ilim ve sanatta en ileri şehir. Bu devir kayıtlarda intibah olarak geçiyor. Yalnız İstanbul değil, Türk illerinden Bursa, Eskişehir, Üsküp, Belgrat’a gelir Frenkler, İtalyanlar ilim tahsil etmeye ve dönmezler. İlmin inkişafını Peygamberimizin tembihine bağlıyor yazar. “İlim Müslümanın gasp edilmiş malıdır, Çin’ de olsa gidiniz, alınız.” Avrupa görmüş yazarımız İstanbul’un Avrupa kentlerinden hiç de geri kalmadığını tarihi eser bakımında ileri olduğunu ve garbi şairlerin şehrimizden etkilenip şiirleri ile ifade ettiklerini belirtiyor.

Ramazan ayında okuduğum bu kitapta Şişli, Osmanbey’de Ramazan, Üsküdar’ da iftar tasvirleri ve Büyük Adada gittiği bayram namazında cemaatin ve imamın şaşırması, sevinmesi ve geldiği için teşekkür edişlerinin yazara umut olması Aziz İstanbul’un aziz insanlarını, samimiyeti, yüce ruhu yansıtan emarelerden bazıları.

Üsküdar’a karşı söylenmiş; “Sizlersiniz bu ânı ışıklarla Türk eden / Eksilmesin şu mutlu şafaklarda bu ülkeden!” dizeleri Üsküdar’ın dost ışıkları şiirinden.

Ve bir Ramazan günü Atik Valide semtinde iftar öncesi hareketin, telaşın bir top sesi ile sessizliğe bürünmesine ve bir başına kalmasına ithafen:

Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz
Yurdun bu iftarında uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı
Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür.”

Evrilen zamanda İstanbul’da nasibini alıyor, kendi döneminde 1945’li yıllarda bir “Yeni” telaşı ile eski yapılara zarar verilmesinden duyduğu hüznü ve sanatın ihmaline “İstanbul, İstanbul’u öldürüyor.” şeklinde tarif ediyor yazar,

Şimdi millî şuur, yeni İstanbul nedir? Bu neslin İstanbul’u yeniden fethetmek gibi azim bir şerefi vardır. Bu şehri tamamıyla benimser ve kıymetini bilirsek uyanmaya başlayacak şehir ve şuur.

 

Nur Kahraman
6 Nisan 2025