Âciz ve Kâdir

“Uyandım, yıllardır uyandığım uykular gibi. Yeni bir güne selam verme bahtı ile.”

 

Uyandım, yıllardır uyandığım uykular gibi. Yeni bir güne selam verme bahtı ile. Bazen buruk olur kalbim, bazen kırık dökük, hüzünlü. Bazen heyecanlı; bazen bir o kadar hevesli hayata, yaşamaya dair. Bazen öfke dolu; kendine ya da sebep olduğu şeyden dolayı yakınlardaki birine. Bazen telaşlı; geç kalacağının endişesi ile daha önce yapılmış bir programa. Bazen bir korkunun pençesinde yorganın koruyucu tarafına sığınan…

Baktım da ne renkli imiş sabahlarım. Severim nizamı, intizamı, insicamı; usul denen zarafeti. İnsani güvende ve değerli hissettiriyor. Yine de yedi tayfın tüm renkleri olsun isterim hayatımda. Çünkü onlarda güzelleştiriyor varlığını dünyanın.

Denemekten çekinmem karşıma çıkan farklı şeyleri. Yenilikler heyecanlandır beni hatta çocuk tarafımı tetikler. Uzun uzun düşünürüm bilgi denen nimet bana ulaştığında. Kıymetlidir benim için, ekmek gibi su gibi. Bilmeden dalamam içine olayların, durumların.

İnsanız işte kendimize göre ayrı ayrı hallerin tohumlarını taşıyoruz içimizde. Benzersiz bu tarafımız, biricik, kendine münhasır. Birde içimizde varlığımızı sıradanlaştıran haller buluruz. Hiç beklenmedik anda ortaya çıkıveren, çoğu zaman kendimize yakıştıramadığımız. O benzersiz tarafımızı acılaştıran. Adına “insanız işte” denilen. Eksik, kusur, yanlış ne varsa o “insan olmaklığa” dair.

Hiç büyümek istemeyen o çocuktan bende de var maalesef. İtaat etmek istemeyen asi nefsten. Varlığını, diğer insanlardan ayrı, üstün girmek isteyen egodan. Benliğini dünyanın sekizinci harikası hisseden materyalistten. Hiç emeği olmadan kavuştuğu zenginliklerden başı dönen şımarıktan. Çıkarı söz konusu olunca bencilleşen, yanar döner pervaneden. Dün bir şey söyleyip, söz verip bugün unutan şaşkından. Ardına kalana dönüp bakmayan, güvenilmez vefasızdan.

Ah bu haller ne dertler açar insanın başına. Kendine ve çevresine. Acılar, kayıplar, yoksunluklar, ıstıraplar…

İnsan kendine ve çevresine bakınca bu kaypak, gelgit hallerinden yeise kapılıyor ister istemez. Tam da bu aciz yaratılışından dolayı güvenilmez insana. Bel bağlanmaz, ipiyle kuyuya inilmez, selamıyla yola çıkılmaz.

Ama öyle biri var ki; münezzehtir bütün eksik ve kusurlardan. Sözü asla boşa değildir, kanundur. Hatta sadece “ol” der, oluverir mahlûk yoktan. Sadıktır; bıraktığın yerde bulursun mutlaka. Gece gündüz fark etmez O’na, her daim, her an çalınır kapısı; geri çevirmez. Dinlememek sıfatı değildir. Mutlaka duyar, görür, bilir. Şefkati ile sarar seni, af edip bağışlar. Zulüm, hiçe sayma, yok sayma, değersizleştirme, kapından kovma yoktur O’nda.

Zengindir, çok zengindir hatta en zengindir. Vermekten asla çekinmez. Çünkü sonsuzdur hazineleri. Ne varsa gözün gördüğü, ne olacaksa tasavvuru O’dandır, O’nundur.

Kendine güvenilendir O. Dostluğu baki ve en güzel olandır. Anlaşması adil, hesabı haktır. İhtiyacı yoktur ki bir şeye. Kadir-i Mutlak‘tır.

 

AŞKTAN BERİ

Canıma nazar eyledim, azdan öte çoktan beri

Ölüme pazar eyledim, vardan öte yoktan beri

Gümüş kaşıklı sofrada, kâh bir çölde kâh sahrada

Dünden kalan hatırada, açtan öte toktan beri

Gecede gündüzün tozu, alınlarda yangın izi

Yetmez muhabbetin azı, yerden öte gökten beri

Dilim halim murat ister, vâki ömür berât ister

Cennet elbet sırat ister, nurdan öte şirkten beri

Kırık dökük tüm sermayem, Âdemle başlar hikâyem

Topraktır ömrüme dayem, ilkten öte sondan beri

Gözlerimde kırk bir şule, gül bahçesinde ki güle

Kopsa da türlü velvele, aldan öte aktan beri

Kalemin yazdığı sözü, kırık kalbin tatlı nazı

Neftî’nin çektiği sızı, candan öte aşktan beri

Emine Savaş