Acıya Acınmak

Yağmur ERDEM

Sabah alarmı ötüyor. Yatağımdan kalkıyorum hazırlanmak için. Tüm vücudum ağrıyor. Gerçi Yusuf usta sınava gireceğim diye iki günlük izin vermişti bana dinlenmem için “Yorgun olmamam gerek” diyorum kendime, “Tevfik! Kendine gel, kalk hazırlan” diyorum. Babam çoktan uyanmış, hazırlanmış namazını kılmış, beni bekliyor: “Gel oğlum aslan oğlum diyor bana hadi çıkalım evden.”

Hava çok sıcak adeta kemiklerimin içinde hissediyorum haziran sıcaklığını, heyecan basıyor bir yandan da kalbimi. Börekçi Derviş amcanın dükkânına gidiyoruz babamla beraber, bize börek ısmarlıyor, beni tebrik ediyor, alnımdan öpüyordu Derviş amca. Babamda bir gariplik seziyordum o gün masmavi denize benzer gözleri bulanıklaşmış, yerini kıpkırmızı kan çanağına bırakmıştı; ağır ağır konuşuyor elleri titriyordu. Ucuz deterjandan, sıcak sudan kurumuş elleriyle gözlerimin içine bakıp elleriyle ellerimi tutarak, “Hadi artık dedi sınav saati yaklaşıyor, ancak gideriz” dedi.

Okulun olduğu Lale sokağına gelmiştik, saat 8.30’a geliyordu. Biraz okulun bahçesinde bekleyip kapıların açılmasını bekledik. Babamın terlemesi çoğalmıştı, hiç iyi görünmüyordu. O gün içimde bitmek bilmeyen bir korkuyla zaten uyanmıştım. Sanki ne olduğuna anlam veremediğim annemin resmi gözümün önüne gelivermiş, zihnim ve kalbim sanki anlaşmış gibi bana hayatımın kısa özetini film gibi oynatıyorlardı, çok garip hissetmiştim kendimi.

Kapılar açıldı 9.40’dı içeriye almaya başladılar. Babamla vedalaştım. Sınıfa girdiğimde kodlama kâğıtları verilmeye başlanmıştı. Tam saat 10.10 geçiyordu ki dışarıdan sesler yükselmeye başlamıştı, bağıranlar güvenlikti ve yerde yatan babam. Olan biten her şeyi camdan seyrediyordum ve gözümü açtığımda müdürün koltuğunda yatıyordum. Başımdaki görevli öğretmen Jale hoca “üzülme Tevfik seneye yine girersin sınava” dediğinde, odaya giren okul müdürü ve Jale hoca birbirine baktı, müdür bey hafif boğuk ve alçak sesle “Evladım babanı kaybettik maalesef, şimdi hastane morguna götürüyorlar” dediğinde hıçkırıklarımı tutamaz oldum.

Başımdaki heyet beni teskin etmeye çalışıyor, bense hiç susmadan ağlama krizine girmiştim. Aslında kekemeydim, heyecanlandığımda ya da öfkelendiğimde konuşamazdım, bağıramazdım hatta ağlayamazdım bile. Dünya başıma yıkılmış, üzerinde kat kat beton atılmış gibi hissediyordum. Sözüm ona dedem olacak Numan Efendi kapımıza kirayı almak için geldiğinde de aynı oluyordu, babama bana hakaretler ettiğinde. Bize yardım diye çürümüş sebzeleri, meyveleri yollar, bunlar size çok bile derdi. Mahallede herkes, onun attığı nutuklarından nefret ederdi. Kimseyle anlaşamazdı, insanlar ona tiksinerek bakar; onun şekilden şekle girdiğinden olacak, onu bukalemuna benzetirlerdi. Dedem ölmüş annemden nefret eder, sürekli cehennemde yandığına dair beddualarda bulunurdu.

Şu anda çaresiz, mutsuz, tam hayatı değişecek derken; ağır ağır okuldan çıkarak mahallemizin begonvil sokağın önüne gelmiştim. Kuruyemişçi Necati abi beni görüp ve diğer mahalle esnafları bana başsağlığı dileyip arkamdan ahlıyor, teselli etmeye çalışıyorlardı. Ertesi gün cenaze ve defin işlemleri için, en yakın mezarlık için belediyeye başvurmuştu babamın esnaf arkadaşları. Çevreden duyduklarıma göre, dedem Numan Efendi, ben onun ölüsüne bile el sürmem diyerek, sütçü Nuri usta ile birbirlerine girmişler; yaşından başında utan diyerek, dedemi aforoz etmişlerdi.

Mahallede dedem Numan Efendi ise “İbret olsun o şerefsizin oğlu Tevfik’i de atacağım o evden” diyerek, tüm mahalleye gerçek yüzünü göstermişti. Dediğini yaptı ve beni kapı dışarı etti. Fakat yıllar içinde ne o ev ne kendisinin oturduğu ev ona yar olacaktı.  Onun hayatına girenler hem onun işyerini hem o evlerini silip süpürdü.  Ben ise Derya lokantasındaki önce bulaşıkçı sonra garson olmuştum artık.  Aynı lokantanın deposunda yatıyor, sabahları dükkânı açıp temizliyor ve servisleri açıyordum.

Bir gün lokantaya, Eşref denilen biraz karanlık biri geldi, patronum olan Yılmaz abi beni tanıttı Eşref’e “Doktor olmak ister çok çalışkan, burada para biriktiriyor” dedi gülüştüler aralarında. “Doktor mu olacağın çakır oğlan” diye üstelendi Eşref, “benim yanıma gel, ev veririm, iş veririm, aş veririm sana, tipin de düzeldi mi aslan gibi adam olur çıkarsın çakır oğlan.” “İstemem sağ olun” dedim. Arkamı dönüp işime devam ettim.

İlk gelen Ramazan ayında biriktiğim parayla hiç görmediğim köyüme gittim. Burada akranlarımı bulamadım. Köyde kalamadım. Şehre dönüşte, bir cep romanı aldım. Otobüste okurken şu duayı gördüm “Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için kuvvet, değiştirebileceğim şeyler için cesaret ve bu ikisini birbirinden ayırmak için akıl ver.” Milattan önce bir filozofun bu duası beni derinden etkilemişti.

Şehre ilk vardığımda yaptığım ilk şey bu duayı kendime rehber edindim. İlk olarak Derya lokantası vasıtasıyla önemli bir otelin mutfağına girdim. Elimden gelen gayret ile aşçılık yolunda hedeflerimi belirledim. Şimdi turistik büyük otelin baş aşçısı yardımcısıyım. Üç yıldır geliştirdiğim yapancı dilimin etkisiyle bu otel işletmesinin İspanya da bulunan otelinde, baş aşçısı olarak gitme teklifi aldım. Şimdi düşünüyorum ki; acının aslında rengi yok, herkes için aynı akar.

Yağmur ERDEM

 

 

 

Editör

Editör

Sitenin içerik güncelleme işini üstlenen kişileriz. Kültür sanata dair haberleriniz olursa bize ulaştırmaktan çekinmeyin lütfen... haber@bizimsemaver.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir