Kırmızı Kaplumbağa

Zeynep Böhürler

 

Sıradanlığın ve sakinliğin içinde etkileyen bir animasyon…

Hollandalı yönetmen Michael Dudok de Wit imzalı, ünlü Japon animasyon film şirketi Ghibli Stüdyosu yapımcılığında sinemaya aktarılan, 2016 yılında Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünün Jüri Özel Ödülü’ne layık görülen KIRMIZI KAPLUMBAĞA filmi her ne kadar sıradan ve basit bir konuya sahip olsa da anlatmak istedikleri hakkında gayet başarılı bir animasyon diyebilirim. Öncelikle belirtmem gerekirse bu animasyon, çocuklardan ziyade daha çok gençler ve yetişkinlere yönelik, bir nevi alegorik içerikli bir anlatıma sahip. Film baştan sona diyalogsuz geçiyor. Böylelikle bizlerin akışa daha çok odaklanmamızı sağlıyor.

Robinson Crusoe hikâyesini bilmeyen yoktur.  Filmde de tıpkı Robinson gibi ıssız ve bakir bir adaya düşen bir karakterimiz var. Nereden geldiği belli olmayıp, adada mahsur kalan bu adamın öncelikli çabası adadan kendini kurtarmaktır. Filmin ilk sahnelerinde, karakterimiz bulunduğu yerden çıkış yollarını aramak için seyir gözlemi yaparken, kayalıkların arasındaki boşluğa düşer. Adanın sahil tarafına geçmek için suyun altında daracık ve zor bir yoldan yüzerek geçerek; adanın esas kısmına ulaşır. Burada, karakterin yolculuğu, tıpkı bir bebeğin annenin vücudundan çıkar gibi yeni hayata başlaması şeklinde hayat bulur. Adadan çıkmak için her defasında sal yapan bu adam maalesef ki her seferinde hüsranla karşılaşır. En son yaptığı sal denemesinde okyanusta ilerlerken, filme ismini veren dev kırmızı bir kaplumbağa ile karşılaşır. Bu kaplumbağa yapılan salı devirerek adamın adadan çıkışını engeller. Öfke ve hınç ile adaya geri çıkan adam, kırmızı kaplumbağanın da kendisi ile beraber kıyıya vurduğunu görür. İnsanoğlunun doğaya, canlılara, hatta savunmasız haldeki varlıklara karşı sergilediği olumsuz tutumu gözler önüne seren filmde, adam kaplumbağadan hıncını almak için ona saldırır ve zor durumda bırakır. Vicdanımızın ve acıma duygumuzun hareket geçtiği böyle bir olayda, karakterimiz bir süre sonra bizler gibi etkilenerek yaptığından büyük pişmanlık duyar. Filmde bu sekans o kadar güzel verilmiş ki; karakterin rüyası, kaplumbağanın başında bekleyerek gözünü ayırmaması gibi sahnelerle, izleyicide adeta Alman Edebiyatı’ndaki Zweig’ın kitaplarını okuyormuş hissi uyandırıyor.

Hikâye bu olaydan sonra sıra dışı bir hal almaya başlar çünkü aradan geçen zaman boyunca bizler hayvanın öldüğünü düşünürken devasa kabuğu ortadan ikiye çatlayarak, masalsı bir görüntüyle bizleri şaşırtır. Merak edip ilk defa seyredecekler için, filmin geri kalanı hakkında ayrıntıya maalesef girmiyorum ancak bu şaşırtıcı olaydan sonra ada hayatı, artık karakterimiz için bir daha vazgeçmeyeceği, gitmek istemeyeceği bir yuva haline gelir.

Film, zamansızlık ve kimliksizliğin olduğu bu hikayede, doğanın içinde varoluşumuz, doğum, üreme, ölüm gibi tüm hayatı içeren bir ekolojik sistemden bahsediyor. Kişinin bir aile kurması, en önemlisi sevdiği kişi neredeyse, ait olduğu yerin onun yanı olması gerçeği, bu yer ister okyanusun içinde bir ada, ister bir kara fark etmeksizin beraber bir hayatı paylaşmak duygusunu ele alıyor.

Kaplumbağa figürü filmde, uzun ömrü, bazı kültürlerde “tabiat ana” diye geçen dişilik faktörünü, yol göstermeyi işaret ediyor diyebiliriz ancak animasyon alegorik bir yapıda olduğu için farklı farklı öznel yorumlar duymamız mümkün.

Hayat sürecinde insanoğlu, nerede ve nasıl bir ortamda yaşarsa yaşasın, hep bir arayış, hep bir beklenti ve ufkun ötesini görmek isteği taşır. Issız ve sadece hayvanların bulunduğu bir adada bile olsak, denizin ötesinde, bulutların ilerisinde, göremesek bile farklı dünyaların hissiyatı içindeyizdir. İnsanoğlunun minimal düzeyden, gelişmiş bir hayat ve toplum arayışı içinde olduğunu gösteren Kırmızı Kaplumbağa animasyon filmini, sakinliğin içinde anlam çıkarmak isteyenlere öneririm.

İyi seyirler