Açtım hem de çok. Kaç gündür yemek yemediğim için kemiklerimin iyice belirginleştiğini, karnımın iyice küçülüp gövdeme yapıştığını hissediyordum. Yürüyecek mecalim kalmamış, bu kavurucu havada içecek su bulabildiğim için kendimi şanslı hissediyordum. Sadece su içilerek hayatta kalınabilir miydi? Eğer mümkünse şu acımasız hayatta daha çok göreceğim vardı. Biraz oturup dinlenmeliydim. Bazen diyorum ki şuracıkta ölsem, boylu boyunca yatsam kim bakar, benimle kim ilgilenirdi? Üstümü kurtlar kaplayana kadar alıp götürürler miydi acaba? Hâlbuki birkaç güne kadar her şey ne kadar güzeldi. Sabah yumuşacık kanepenin üzerinde, akşam bahçede çimlerin üzerindeki hasır koltuklarda, gece de Ece’nin yanında… Her zaman beni koruyan, kollayan, canım sıkıldığını anlayınca beni mutlu etmeye çalışan hatta sırılsıklam terleyene kadar oyunlar oynadığımız biricik küçüğüm. Ayrıldığımızdan haberi bile yok, ona söylemediler. “Ece duymasın sakın” diye birbirlerini sıkı sıkı tembihlediler. Ben artık yaşlandım diye hiçbir şey anlamadığımı sanıyorlar ama gözlerinin içine baktığımda neler hissettiklerini onlardan daha iyi seziyordum. Beni istemedikleri o gün de böyle olmuştu. Taşınacaktık. Ece’nin okulu için çok uzaklara gidecektik. Benim bile arasam bulamayacağım yerlere. Önce Ece ve teyzesini gönderdiler. Sonra da eşyalar toplanmaya başlandı. Koliler, paketler, valizler… Ben de yardım etmeyi çok isterdim. Hatta o karmaşada kızmasınlar diye yanlarına bile gitmedim. Bu zamanlarda anlamıştım; yavaş yavaş yolun sonuna geldiğimi. O sabah hava çok güzeldi. Tatlı bir rüzgâr, arabanın camından içeri süzülüyordu. Kafamı çıkarıp etrafa bakındım. Her yer de çiçekler, yumuşak otlar, yakınlardan bir yerden su sesi geliyordu. O anda uçuşan arıların bile peşinden gitmek istedim. Yavaşça hep beraber arabadan indik. Bir süre bu nefis yerde yedik, dinlendik, uyuduk derken uzağa çok uzağa bir top atıldığını gördüm; Ece’nin topuydu. Bu ileri yaşıma rağmen çok hızlı koştuğumu hatırlıyorum. Belki topun yanında Ece beni bekliyordur diyerek nefes nefese kalmıştım. Topu gördüm, yanına gittim hatta alıp geri geldim. Ama ne Ece vardı ne de bizimkiler. Sadece çok ses çıkartan böceklerin tiz sesleri vardı boşlukta. Ben artık boşlukta ve bir başımaydım. Hep yürüdüm, fazlasıyla yoruldum ve arada uyudum. Rüyamda yemek yerine minik Ece vardı yanımda. Elini hep yüzümde hissettim, ta ki uyanana kadar. Keşke hiç uyanmasaydım çünkü insanoğlunun acımasızlığını, vefasızlığını görmüştüm. Nasıl olur da bu, onların sevgilerinden daha büyük olurdu? İlk defa burnuma kadar akan damlaların gözlerimi yaktığını hissettim. Az ilerde bir hareketlilik fark ettim. Kırların bittiği yerde birçok ses vardı. Bağırma, seslenme, konuşma… Belki yemek bulurum umuduyla zorlukla ilerleyebiliyordum. Uzaktan bir genç koşarak yanıma geliyordu. Korkmuştum ama kahrolası açlık ve kaslarım artık beni kaçmaktan alıkoyuyordu. Sindim sadece sindim ve bana zarar vermesin diye başımı geri saklayıp bir elimi kaldırdım.
-“Korkma sana zarar vermeyeceğim. Ben doktorum. Gel tatlım seni iyileştirelim.” sözleriyle hızlı hızlı atan kalbimin sakinleştiğini fark ettim. Beni, biraz ilerdeki, benim gibi onlarcasının olduğu bir yere, kucağında taşımaya çalışarak götürüyordu. Güler yüzlü iki kişi, koşarak gelip yardım etmeye çalıştılar. Anlamıştım; benim yeni yuvam burası olacaktı. Burada mutlu olacağımı hissetmiştim çünkü hiç olmazsa bizler karşılıksız sevgi gösteren sadık köpeklerdik.
- Sûretten Gel Sıfata Onda Ma’nâ Bulasın - Eylül 27, 2024
- Bir Ayrılık - Eylül 11, 2024
- Badem Dalına Asılı Bebekler - Eylül 1, 2024
- Bir Acayip Satıcı - Ağustos 27, 2024
- Kırmızı Kaplumbağa - Haziran 26, 2024
- Dersaâdet’te Bayram Sabahları - Haziran 19, 2024
- Farklılık İçinde Farksızlık - Haziran 10, 2024
- Çikolata Kokulu Amca - Nisan 16, 2024
- Ömer Seyfettin - Mart 6, 2024
- Ah Güzel İstanbul Filmi Üzerine - Mart 6, 2024
- Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği - Şubat 12, 2024
- Eskimeyenlere - Ocak 26, 2024
- Kim Daha Vefakâr - Kasım 27, 2023
- Hayırlı Olsun - Ekim 3, 2023