Fonda, Gökhan Özkök ile Başar Dikici'nin icra ettiği, insanı iç aleminde seyahat ettiren "Tozpembe" isimli eser var. Gönülden kopup gelen bu seda beni derin düşüncelere sevk ediyor. Adeta havalanıyorum, hayat yolculuğumda seyahata çıkıyorum. Bir nevi yüksek bir yerden kendimi ve olup bitenleri izliyorum. Bu bir düş mü yoksa hayal mi? Kapkara mı sokaklarım yoksa tozpembe mi?
Çocukluğumdan beri pembe en sevdiğim renkler arasında ilk sırada yer alır. Hayallere kapı araladığı için mi yoksa sevginin rengi olarak gördüğüm için mi bilemiyorum. Hayatı tozpembe görmek isterim galiba. Sevgi ve muhabbet hakim olmuş, insanlar sevmekten bitab düşmüşler, kötücül duygularından sıyrılmışlar, fütüvvet ehline yakışır bir şekilde kendisi için değil başkası için yaşamaya başlamışlar. Ne güzel değil mi? Kendi nefsinden, dünyalık hırslarından kurtulmuş bireylerin hayat sürdüğü bir şehir, bir nahiye, bir köy ya da bir sokak.
Kimse kimseyi yargılamıyor, takip edip tecessüste bulunmuyor, gönüller ve ruhlar birbirine açılmış halde, sürekli latîf bir ikrâm olarak sevgi ve muhabbet sunuluyor. Karşılıklı bir şifâ bulma hâli yaşıyor insanlar ve diğer canlılar.
Sadece insan ve can var merkezde. Ötesi sorulmuyor. Hayatları pek de tozpembe olmamışların, yakınlarının gadrine uğramışların, dünya imtihanları acı ve sancılı geçenlerin yaralarının sarıldığı bir şifâhane olmuş dünya. Düşünün ne güzel olurdu değil mi?
Peki bu nasıl mümkün olabilir? Tabiki Aşk'la, muhabbetle, sevgiyle, şefkatle, merhametle, rikkatle, Muhammedî bir neş'e ile, Vedüd olanın tecellisine mazhar olmakla!
Düşünün efendim şartsız koşulsuz sevginin gölgesinde emîn bir hayat sürenler, Rabbi ile irtibatını yakîn olarak kurabilenlerin olduğu bir yer! Birbirlerine omuz vermiş, sadece rıza makamını gözeten, menzili ve maksudu belli olanların yaşadığı bir mekân ve zaman! Hayırda ve iyilikte birbirlerine yardımcı ve ayna olan insanlar!
Peki böyle bir yer hayal mi? Hayal edilen er ya da geç gerçekleşmez mi istersen, istemeyi bilirsen ve gereğini yerine getirirsen?
Nasip oldu Hatice Dilruba Hanım'ın ve gönüllülerinin kurduğu İnsanlık Köyü'ne düştü yolumuz. "İnsan insan derler idi insan nedir şimdi bildim" dizelerinin ruhuna uygun bir atmosferle karşılaştık. Şahsım adına dünüme, bugünüme, yarınıma ayna tutuldu burada. Kazım abinin gönül gözü ışık tuttu önce. Daha sonra her olayda bir mânâ buldum. Hatice hanımın hikayelerinde yine ayna tuttum kendime. Ben kendimi bulacaksam, olma yolunda ilerleyeceksem eğer, bilmeliyim ki her rastlanan kişi, mekân ve olay ayna bana. Hatice hanım ve köy sakinleri, menzile varmak için önce kendine varmalısın hakikatini gösterdiler. Sen varmalısın kendine, yâr olmalısın, vâr olmalısın, varlığını bulmalısın. Köy konağının duvarında şöyle yazıyordu: "Sen seni var edersen kimse seni yok edemez. Sen seni yok edersen kimse seni var edemez."
Ve yine lisan-ı hâlle, niyet ve eylem muhakkak karşılığını bulur dediler usulünce. Cömerde ikrâm edilir, seven sevilir, aşka hürmet edene aşk anlatılır. Peki bitti mi? Hayır daha yeni başlıyor bu süreç! “Daha aynı dilden konuşmayı öğreneceğiz” dedi. Her vazgeçişten sonra Allah daha güzelini, daha özelini veriyor. Belki yetimler için yapılan havuza atarız okuduğumuz kitapları, zihnimizdeki bilgileri, yazıp yazıp köşeye attığımız dağınık notları… Kimbilir!
İnşallah İnsanlık Köyü, Elfida eserinde dillendirilen "Kimbilir kaç yüzyıldır sarılmamış kolların" inceliğinde insanlara kol kanat germeye, sığınak olmaya, sadece sevgi ve muhabbet ile tezyin edilmiş bir hayat da mümkün düsturunu insanlığa göstermeye devam edecek. Peki biz nerede olacağız bu hikayenin. Kim bilir? Allah bilir!
Hatice Hanım'a soruyoruz: "Gelmek isteyenler var, gelebilirler mi?"
Cevap veriyor bu suale ve bir de köyün tarifini yapıyor: "Herkes her halde her vakit gelebilir. Gelene kimsin nerdensin ne kadar kalacaksın denmez. Hatta derdi bile dinlenmez. O sadece gelir, yenilir içilir, gerekirse söyleşilir, yahut susulur. Burası insanlık durağı. Kim nereye gitmek isterse otobüs kaldırılır. Her vakitte hem de. Size ve öncekilere olduğu gibi, sonrakilere de hep bir araç bulunur."
Köyü tarif edecek olursak da şöyle anlatabiliriz diyor Hatice Hanım:
"Yani azizim bir intikal vakıasıdır buralar
Sesle susun birleştiği bir yer
körle sağırın eyleşinden hasıl olur çoğu kez burada eylemler
Çoğu yarınken azı dündür günler
Çeşmesi kum akar
Çölü ise boğulur göle dalar
Bir neceden bir niceye
Cin alır can vururlar
Bakarsan dağ olur yücelenirsin
Bakmazsan tepeleri çakralarında kömürleşir
Antikoministtir kapital gözetir
İliği kemiği soyar söğüşletir
Savaşının adı seviş
Sulhunun arkası özleyiştir
Özdeyişi had bilmez
Son deyişi hiç bitmez
Bu köyde bilen bildiğini demez
Bilmeyen eğilmez bükülmez
Bir tarzı siyasettir asalettir gülmeleri gevrektir
Med olur da cezir olmaz
Yar olur da esir olmaz
Ve bu köy başlı başına buyruk yazı soğuk ağaçları koğuktur…"
Ve son sözü gönlü sâf olan Kazım abiye bırakıyoruz. Ersin Karaca abi köyden ayrılmak üzereyken soruyor: “Kazım abi bir isteğin, ihtiyacın var mı?” O da şöyle söylüyor ayrılmak istemezmiş gibi: "Siz varsanız her şey var, siz yoksanız hiçbir şey yok."
Mevlam, ölüm ânı gelene kadar iyilik yapmayı, zifiri karanlıkta kalan gönülleri tozpembe bir hayata uyandırmayı, kendi yaraları taze dururken başkasının yaralarını sarmayı ve bunu vazife edinmeyi, hülasa insan olmayı, insanlık durağında kalmayı nasip eylesin.
Vesselam…