RÖPORTAJLAR |
Bazen hayat insanı öyle bir noktaya getirir ki, “yoruldum artık” dersin. “Gücüm yetmiyor. Bu geminin kaptanı ben değilim sanki. “Rüzgar nereye eserse oraya savruluyorum.” diye devam eden derin metaforlu cümlelerin yıkıcı etkisi altında bulursun kendini. Kelimelerle neyi resmedersen zihninde o canlanır çünkü. Güçsüzlüğün, umutsuzluğun resmi bir kere zihinde çizildikten sonra insan hep bu halet-i ruhiye içinde devam edeceğini zanneder. Zamanla bu olumsuz akışı iradeyle tersine çevirebileceğine dair inancını yitirdiğinde, adına “depresyon” dedikleri, içerisinde kendinden vazgeçmeye dair çöküntülü duygular barındıran bir psikolojik rahatsızlıkla baş etmek durumunda kalır.
Tevekkül ve teslimiyetin mucizeler getirdiğini anladığımda içinde bulunduğum hayat gemisinin kaptanlığını sahibine teslim etmiştim. Benim gücümün yetmediği yerde her şeye gücü yeten Allah’ım vardı çünkü. Asıl kaptana dümeni teslim edip bu yolda iradeyi, duayı, tevekkül ve teslimiyeti kullanmak yapabileceğim en doğru şeydi. Öbür türlüsü içinden çıkılmaz bir kaos halini alıyordu ve kaosun her haliyle baş etmesi, taşımayı hak etmediğim bir ağırlığı üzerime yüklüyor ve yalnızlık hissimi körüklüyordu.
Yalnız değildim oysa… Geç oldu anlamam belki ama, karıncanın ayak sesini işiten Yaradan dua kapısından hiç boş çevirmedi. Çok sevdiğim ve sık sık tekrar ettiğim bir dua vardır:
“Kainattaki her şey sana muhtaçken, muhtacına muhtaç etme Allah’ım.”
Etmedi şükür…
Her karanlık gece, sabahları doğurdu…
Her tevekkül ve teslimiyet, muhtaca muhtaçlıktan kurtaran anahtar oldu…
Artık biliyorum ki “muhtaçlık” kulluğun şanındandır. Ve bize düşen darlıkta da, genişlikte de her şeye gücü yeten Allah’a teslim olmaktır.