Ah Güzel İstanbul Filmi Üzerine

Zeynep Böhürler

 

 “AH MEDENİYET!
BİZİ YABANCI DİYARLARDAN GETİRDİĞİN SÜSLÜ YALANLARLA MI BESLEYECEKSİN?”


Biraz geçmişe gidelim; 1960’lı yıllara…

Haşmet İbriktaroğlu ile tanışalım. Dedesi paşa, babası zengin tüccar bir hovarda. Haşmet Beyimiz mirasını, servetini batırıyor. Haliyle de paralar suyunu çekince eski varlıklı dostları aramaz sormaz oluyor. Hamdullah Amcasının Fransa’dan getirdiği fotoğraf makinesi ile seyyar fotoğrafçılık yaparak geçimini sağlıyor. Tam da böyle bir zamanda İzmir’den kaçıp gelen saf, temiz, tabiri caizse gözü açılmamış, hiç kötülük görmemiş bir genç kızımız ile tanışır. İsmi Ayşe’dir. Ayşe’nin tek istediği artist olmak, aslında artistlikten öte ünlü olmak, çok zengin olmak, lüks içinde hayat sürmek. Yolları kesişen Haşmet ve Ayşe birbirinden çok farklı karakterlere sahip iki insandır. Haşmet, Ayşe’nin kandırılacağını fark ederek peşine düşer ve onun hayatını kurtarmaya başlar. Başlar dedim çünkü Ayşe çok kez boş hayal ve sevdası yüzünden aynı hatalara düşecektir.

 

1966 yapımı, senaryosunu Ayşe ŞASA ve Safa ÖNAL’ın yazdığı, Atıf YILMAZ’ın yönettiği bu klasikleşmiş film (Ah Güzel İstanbul), bizlere verdiği sosyal ve toplumsal mesajlarla sinema tarihimizde önemli bir yer tutmaktadır. Oyunculuk performansları konusunda Ayla Algan ve Sadri Alışık’ın ayrı bir değeri olduğunu unutmamak gerekir.

Haşmet karakteri geçmişte yaşadığı bohem hayatına rağmen aslında alaturka bir yapıya sahiptir. Medeniyet adı altında hayatımıza giren her türlü kültür bozucu, ahlak dejenerasyonu yaratan durumlara karşıdır. Cumhuriyet Döneminde kaleme alınmış birçok eserde de bizler bunun örneklerini görmedik mi? Modern olalım, batılı olalım, çağdışı kalmayalım diyerek bizler medeniyeti maalesef farklı algılayıp, yaşamadık mı?

İbriktaroğlu, yalıların arasında kalmış, virane bir kulübede yaşar. Hatta buraya “Hüzünler evi” ismini vermektedir. Filmin başından itibaren o ve muhitindeki arkadaşlarını sürekli tertip ettikleri içki sofralarında dertleşirken buluyoruz. Bu tabloya bakarak, hayatın olumsuzluklarında kolayca pes eden, sıkıntılarını içerek düzelteceğini uman, düzenli bir aile yaşantısı olmayan, en önemlisi hayata tutunmak için önemli gayeleri olmayan bir hayatın karakterlerini görüyoruz. Olmazsa olmaz yoksulluk, işsizlik ve toplumda istekleri reddolunmuş bir sınıftan bahsetmek de mümkün.

 

 

Filmde Ayşe karakteri genç yaşında, yoksul ailesiyle yaşarken okuduğu o göz boyayıcı dergilerin, şatafatlı hayatların ve kolay yoldan sağlanan lüksün hayalleriyle dolmuş ve en sonunda evden kaçmıştır. Hatta kendisini meşhur etme vaadiyle kandırıp getirdikleri pansiyonun isminin “Medeniyet” olması da vurucu bir mesaj niteliğindedir. Filmin bir sekansında geçen konuşmada, bir hayat kadınının “Kolay yoldan para kazanmak…” şeklinde başlayan pişmansı diyalogunu atlamamak gerekir. Kadınların meta olarak gösterilip kullanıldığı, kadın bedeni üzerinden geçim sağlandığı ve üne kavuşmak, rahat yaşamak için sanki bunların olması gerekiyormuş gibi bizlere sosyal bir olguyu anlatan İstanbul için:

“Gerçekte kaldı mı bilmem ama benim gönlümde hala güzel bir İstanbul yatar” diyen Haşmet, Ayşe’nin bu ortamlardan, bu insanlardan yara almaması için dertlenir de dertlenir.

 

 

Filmde Haşmet karakterinin, sigara almak için büfeye uğradığında bile en öndeki dergilerin hep kadın içerikli dergiler olması sinematografik olarak bize sessizce aktarılan bir gerçektir.

Haşmet’in virane kulübesindeki asılı duran ayna, karakter analizi yapan film gibi, sessiz bir karakter yansımasına ve arayışına yer vermektedir. Tıpkı son model arabaya, kürklere, gösterişli bir yaşantıya sahip olsa da bir türlü mutlu olamayan, arayış içindeki Ayşe gibi

Bu anlatımdan sonra filmi çok acıklı ya da dramatik diye düşünmeyin çünkü Ayla Algan bizlere trajikomik bir profil sergileyerek aslında yer yer güldürüyor ve keyif veriyor.

Filmin belki de en güzel repliği ile cümlemi sonlandırmak istiyorum:

“Dünyada her zaman inanılacak sağlam şeyler bulunur”

 

                                                                                              Zeynep Böhürler

Zeynep Böhürler

Zeynep Böhürler

1983 İstanbul doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. On beş yıl hizmet ve bankacılık sektöründe çalıştı. Halen İstanbul Zaim Üniversitesi-Medeniyet Tasavvuru Okulu 2.sınıf öğrencisidir. Şiir, hikâye, film tahlili gibi yazıları çeşitli dergi ve dijital platformlarda yayınlanmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir